Türk olmanın dayanılmaz hafifliği ve ağırlığı - Mehmet ALEV

Türk olmanın dayanılmaz hafifliği ve ağırlığı


Kimilerine göre, Türk olmak kolay bir iştir, hem de çok kolay bir iş...

Bu dünyada Türk doğmanın, Türk olmanın, en azından Türk kimliği taşımanın müthiş bir sorumluluk ve ağırlık gerektirdiğini, hele 1984 - 1985 yıllarının "o unutulmaz soğuk kışında", o dönemin despotik komünist rejimin koşullarında yaşamış olanlar bütün ayrıntılarıyla çok iyi bilirler...

Bazılarımız, bu acı olayları akıllarından hiç çıkarmazlar; çünkü, o aylarda ismi Türk, dili Türk olanların görmüş olduğu insanlık dışı muameleler, hiç unutulacak cinsten değildir.

O aylarda, o tarihlerde, bu toprakların asli unsurlarından bir bölünmez parça olan Türk toplumu, korkunç bir belirsizliğe doğru, freni patlamış bir motorlu araç gibi ha bire gidiyordu.

Bu belirsizliğe kimileri uçurum, dedi, kimileri kaos, kimileri de Bulgaristan'daki Türklerinin topyekun yok edilişi...

Böylesine korkunç bir yok edilişe harcanmamak için bir kısmımız direndi, bir kısmımız içinden söylendi, bir kısmımız da seyirci kaldı...

Evvelden ezelden olduğu gibi, direnenlerin hali yamandı. Onların bir haylisi rejimin kurşununa hedef oldu, kimi Beleneler’e sürüldü, kimi de acımasızca dövüldü, sövüldü...

Bir kısmımız da seyirci kaldı, dedik. Bu korkunç olaylara sevinenler de onlardı.

İnsanımız, bu tür kimselere, “soysuzlar”, “soyu bozuklar” nitelemesini yaptı...

O, Allah’ına sıkıntılı günlerde, bocalama aylarında bir şey anladık:

Türklüğün kolay bir şey olmadığı, Türklüğün herkese göre olamadığı idi, anladığımız şey.

Çünkü, “Türküm” diyeni cezaevlerine tıkıyorlar, ağzından Türkçe söz, ses çıkaranın dilini kesiyorlardı...

O sırada, Bulgaristan'daki Türkler kurttan, kuştan medet umuyorlardı.

Nedense, 1878 yılından bu yana, Balkanlar’daki tüm Türklerin ve Müslümanların eli kolu bağlanmış, direnme gücü sıfırlanmıştı.

 “Sen, otur! Senin hakkını, hukukunu biz arayacağız!” denmişti kendilerine...

O yüzden Bulgaristan'daki Türkler hep oturmuş, beklemişti.

Bir söz var ya, önüne ne koydularsa yemiş, fazlasını aramamıştı.

Onu, kendi hak ve hukukunu Bulgaristan koşullarında aramamasını, büyük ölçüde her on veya on beş yılda bir Anadolu’ya doğru yapılan göçler de büyük ölçüde frenliyordu.

Olaylara böyle bir çözüm arayışı, Bulgaristan hükümetlerinin işine de geliyor.

“Ne de harika bir çözüm! Bu adamları deli divane gibi çalıştırıyorum. Yeni yollar açtırıyor, tüneller kazdırıyorum, taş çakıl kırdırıyorum. Ucuz işçi, ucuz asker! İcabında savaşa, cepheye de sürebilirim...”

(Bu satırların müellifinin dedesi, Bekir İbrahim,1916 yılında I.Cihan Savaşı’nda Romanya / Babadağ’da şehit düşmüştür.)

Ve Bulgar hükümetleri, hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan, onun üzerinde Türkü sadece bu savaşta Almanların çıkarları için cephelerde dövüştürmüştür.

Dolayısıyla, kendi ecdat topraklarına bunca sadakatli davranmasına rağmen, Bulgaristan'daki Türkler, yıllar yılı ne mecliste, ne de diğer idari makamlarda yeterince temsil edilmemişlerdir.

Bunların nedeni ilginç bir araştırma konusu olabilir.

Ama işin temelinde büyük boyutlarda neme lazımcılık yatmaktadır.

Bu şekilde Bulgaristan'daki Türkler iliksiz, kemiksiz bir hale getirilerek, azınlık haklarıyla ilgili sorunlar yerinde çözüme kavuşturulmayıp sürüncemede bırakılmıştır.

Ne yazık ki, bu durum günümüz için de tamı tamına geçerlidir.

“Demokrasi var! Özgürlük var!” - diye, havalarda “demokrasi” bayrağını savurup yeri göğü inletmiyor muyuz?

Hani Bulgaristan'daki Türklerinin hakları, hukukları, en başta bu azınlığa ait okullar, kitaplar, medya vasıtaları...

Öte yandan kimi aydınlarımız hala sağlıksız, hatta yanlış anlayışlara hizmet etmekteler.

Neymiş, be? Soykırımlar sadece komünistlerin politikası imiş!

Oysa soykırım, etnik temizlik, Türk ve Müslüman düşmanlığı, 1878 yılından itibaren başlangıç yapmış, kimi tarihlerde şiddetli bir şekilde, kimi zamanlarda ise sinsi sinsi yol almış, varlığını sürdürmüştür.

Buna onlarca örnek verebiliriz. Sadece bir tanesini dile getirelim:

Gurko denilen Rus generali, 1878 yılının  Ocak ayı başında, muzaffer görünümüyle Sofya’ya girince, ona göre, hiç de iç açıcı bir manzara ile karşılaşmaz.

Sofya’nın dört tarafı minarelerle donatılıdır ve Ruslardan oluşan geçici hükümet, bu duruma kısa bir süre içinde çare bulur. Bu İslam tapınakları kimi insan eliyle, kimi “yıldırım düştü” süsü verilerek, yıkılır, yıktırılır.

Günümüzde tek bir Banyabaşı Camii kaldıysa, o da sık sık taarruzlara uğrar, ezanı susturulur...

1925-1944 yılları arasında, hele 1934-1944 zaman dilimi içinde, büyük ölçüde 1984-1985 soykırımının provası yapılır.

İlk planda yer adlarının tümü Bulgarca olarak değiştirilir. Oysa, Balkanlar'daki bir çok dağ, tepe, su ve mera isimleri daha İskitler zamanından kalmış, ipine sapına kadar Türkçe asıllıdır.

Bundan başka, Bulgaristan'daki Türklerin, Atatürk Türkiye'si ile bağları kısıtlanıp kesintiye uğratılıyor.

Parti, dernek örgütlenmelerine yasaklık getiriliyor. Birkaç dini ağırlıklı dergi ve gazetenin dışındaki Türkçe medyalar kapatılıyor.

Öyle ki, o günün koşulları ile günümüz koşullarını yan yana getirirsek, inanılmaz benzerliklere tanıklık edeceğiz...

Dünya coğrafyasında, günümüzde Türklere ve Müslüman alemine yapılan kısıtlamalara ve baskılara bir göz attığımızda, bir sürü insan hakları ile ilgili kurum ve kuruluşlara rağmen, dayatma ve zorbalıkların devam edildiğini görüyoruz.

Doğu Türkistan’da büyük arazi ve nüfusa sahip Uygur Türklerinin, Çin yetkilileri tarafından haklarının gasp edildiğini öğreniyoruz. İran’daki Azeri çoğunluğuna da birçok konularda baskı yapıldığı gelen haberler arasındadır. Emperyalist güçlerce savaşlara sürüklenen Irak ve Suriye’de çok sayıdaki Türkmen kardeşimiz adeta ateş çemberi içinde çırpınmaktadırlar. Batı Trakya’daki Türk azınlığının sıkıntılarının ardı arkası kesilmemektedir.

Sözümüzü gene Bulgaristan'daki Türkler ile bağlamaya çalışalım.

Ülkedeki Türklerin büyük çoğunluğu, geçmişte defalarca yaşadığımız gibi, bunu biraz önce de vurguladık, azınlıklarla ilgili sorunların çözümünü göçlere dayandırırlar.

Bir yandan da göçün gerçekçi bir çözüm yolu olmadığı inancı, kafalarda giderek yer etmektedir.

Sen, yerkürenin neresinde olursa olsun, Türklüğünü dimdik tutabilir, yaşatabilirsin...

Yalnız şunu unutmamak yerinde olur, tarihimizde Türk büyüklerimiz şu vecizenin altını her zaman çizmişlerdir:

"Türk olmak, çalışmak demektir. Türk olmak, ileri gitmektir. Türk olmak, birlik ve beraberliğine sımsıkı sarılmak, demektir..."

Bir sözle Türklük, bugün Türklük için kalıcı bir şey yapmaktan geçer...

Zira, Türklere karşı, Türklüğe karşı saldırılar, Türkü, küçük düşürme, rencide etme, hatta toprağını bölüp parça parça etmek, birçok ülkenin devlet politikası haline gelmiş ve gelmektedir.

Bütün bu baskılara ve saldırılara karşı, Türk olmanın müthiş sorumluluğunu aklımızdan çıkarmayarak, yoğun çalışmalarımızla, üstün başarılarımızla karşı koyabiliriz...

YAZIYI PAYLAŞ!

Yorumlar / 1

  • Mehmet YILMAZ | 01 Mart 2024 17:12

    Harika bir metin! Türk kimliğinin ve tarihinin derinliklerine dokunan bu güçlü ve düşündürücü sözler için tebrik ederim. Geçmişteki zorlu dönemlerden bugüne uzanan bir yolculukla, Türklüğün değerini ve sorumluluğunu bir kez daha hatırlatıyorsunuz. Bu tür bilinçlendirici ve düşündürücü metinler, kültürel mirasımızı yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak adına önemli birer kilometre taşıdır. Tebrikler! ????

YAZARIN SON 5 YAZISI
24Nis

Bir fesin kaderi

14Mar
23Şub
12Şub

CEMRE DÜŞÜŞÜ

31Oca

Benim günüm geliyor...