YÜREK YANGISI

Evet! Her şey çok güzeldi, mutluyduk. Yasaklar vardı, ama biz onların da üstesinden gelirdik. Babam Türkçeyi, dedem de Arapçayı öğretti. Dinimizi de, Türklüğü de ailem sabırla bana öğretti. Ben Türk'tüm, ben Müslümandım, kemiklerime kadar, iliklerime kadar, kanımın son damlasına kadar...

YÜREK YANGISI

Bundan 32 yıl öncesi, Asiye, 17 yaşında, gencecik, pırıl pırıl bir kızdı. Hasköy’de matematik lisesini yeni bitirmiş, hayalleri vardı, öğretmen olacaktı. Başkalarının çocuklarını ve kendi yavrularını eğitecekti, okutacaktı...

Baktığı gördüğü her yer onu tanıyor, taşlar, topraklar, ağaçlar. Karşıya bakıyor, dedelerinin mezarları, diğer tarafta su içtiği pınarlar, oyun oynadığı çayırlar. O buralara aitti, burayı seviyor, burada mutluydu. Güzel bir çocukluk geçirdi, kocaman bir bahçede, kocaman ve sevgi dolu bir ailede.

Evet! Her şey çok güzeldi, mutluyduk. Yasaklar vardı, ama biz onların da üstesinden gelirdik. Babam Türkçeyi, dedem de Arapçayı öğretti. Dinimizi de, Türklüğü de ailem sabırla bana öğretti. Ben Türk’tüm, ben Müslümandım, kemiklerime kadar, iliklerime kadar, kanımın son damlasına kadar...

O gün, karanlık çöktü her yere, doğa da bizimle birlikte yas tutuyordu. O günkü sis ve soğuk adeta kalplerimizi yansıtıyordu. Fısıltılar geliyordu, isimlerimiz değiştirilecekmiş. Olmaz ya! Olur mu hiç öyle bir şey. Büyük büyük dedem Mustafa, büyük dedem Mehmet, dedem Mehmet Ali, babam Hüseyin, ben de hep Asiye idim. Nasıl olur? O gün gelip çattığında tüm yürekler bir oldu, akın akın on binler Killi’nin girişine aktı toplandı. Her yerde asker, tank ve köpekler vardı. Merkeze toplanmamıza izin vermediler. Her kesin yüzü ben beyaz,  herkes dehşet içinde.

17 yaşımdayım o zaman. Güçlü, hırçın ve asi, hakkımızı aramalıydık. Ben ve dokuz cesur adam öne çıktık, hakkımızı, Türklüğümüzü savunmak için. Bizim sırtımıza Kalaşnikovlar dayayarak, parti binasına götürdüler. Kırcaali Komünist Parti il başkanı ve yine Kırcaali il emniyet müdürü oradaydılar. Her taraf, asker ve milis doluydu.  Biz, Türkoğlu Türk’tük, atalarımız Karaman oğullarıydı, Osmanlının torunlarıydık. Bizim ismimizi değiştiremezsiniz, biz değişmeyiz dedik. Onlar da, Türklere dokunulmayacağını, soyunda karışıklık olanların isimlerini değiştireceklerini söylediler. İnanmadık, inanmak istedik, halkımıza zarar gelmesini istemedik...

Acıkmıyor, susamıyor ama hava kararıyordu. Bütün köy halkı bizde ve birkaç evde toplandık. Kimse konuşmuyordu, kalplerimiz sıkışmış, nefes alamıyorduk, sadece bebeklerin ağlayışları sessizliği yırtıyordu. Gözümüzü kırpmadan sabah oldu. Her yer sis, göz gözü görmüyordu. Söğütlü'nün, bir yakasından silah sesleri gelmeye başladı. Nasıl olduysa, koca bir insan kalabalığı olmuştu. Kırcalar, Ören, Hoca köyü ve diğer bütün köyler, sanki dakikalar içinde akmıştı buraya, bir araya toplanmıştık. Bu bir mucizeydi, Türklüğün mucizesi.

Koşarak köprüye yöneldik, sınıra gidecektik, ölmeyi göze almıştık. Köprü, tanklar ve askerlerle kapalıydı. Hızla çaya yöneldik, yerde ki kar, çayda ki buz bizi engelleyemezdi. Dizimizi geçen, bazı yerlerde belimize yaklaşan buz gibi sudan koşarak geçtik. Herkes bir birine yardım ediyordu, biz bir bütündük. Koştuk, yürüdük, koştuk… Yeniden silah sesleri işittik. Buradaki kalabalıkla birleşmiştik, ama Ayşe, Musa ve Türkan şehit düşmüşlerdi, içimizi yakarak. O anda ölümsüzleştiler, göklere yükseldiler. Onlar melek olmuşlardı, ama dünya bizi duymuştu, demir perdeler aralanmıştı...

Bu kovalamaca, böylece devam etti, önümüz kesildi ve biz yine buz kesmiş çaydan geçerek, Eskiciler'e yöneldik. Dövüldük, sövüldük, coplandık ve yakalananlar, tutuklanıp, yargısız sualsiz Belene kampına gönderildi.

Zorbalıkla, dayakla benim, benim çalışkan, sakin ve dürüst emektar kardeşlerimin isimleri değiştirilmişti. Beni tutuklayıp, Killi'deki o zamanın Milis (Polis) karakoluna götürdüler. Elime bir isim listesi verildi ve isim seçmem söylendi. Benim zaten ismim vardı, bana dedemin ezanla kulağıma okuduğu isim. Listeyi yere fırlattım, bir tokat geldi ve yine elime tutuşturuldu liste, yine fırlattım. Bir kez daha verildi, ben de yine fırlattım. Bize parti il başkanı söz verdi dedim, isimlerimiz değişmeyecek. Çok kızmışlardı, iki sivil polisle beraber, beni bir arabaya bindirdiler ve Kırcaali'ye doğru yola çıktık, güya benim il başkanıyla görüşmemi sağlayacaklardı. Yol boyunca, bana bağırıp çağırdılar, Arda köprüsünden geçerken beni nehre atmakla tehdit ettiler. Sonra parti binasına değil de, emniyet binasının arkasına girdi araba ve beni tutuklusun diyerek, emniyet binasına soktular. Gün boyunca sorgulandım, yaşımın 17 olduğunu duyan savcı, çok kızdı. Beni Belene'ye göndermek istiyordu, yaşım küçük olduğu için gönderemediler. Ailem perişan olmuştu, nerede olduğumdan haberleri yoktu.

Artık dünyamız karanlıktı, hayallerimiz yok olmuştu. Doktorlarımız, öğretmenlerimiz ve aydınlarımız işten kovulmuştu. Eğlenmek, gülmek yoktu artık, hep yas içindeydik. Üniversite hayallerim yok olmuştu, çocukluğumdan beri hayal ettiğim davullu zurnalı düğünüm bir cenaze töreni gibi sessiz sedasız geçmişti. Benim ve benim gibi, 1985-1989 yılları arasında evlenen bütün arkadaşlarımın düğünleri de aynı şekilde geçmişti.

Buralardan göç etmek zorunda bırakıldık. Evimizden vatanımızdan koparıldık. Neden, neden koparıldık vatanımızdan? Neden öldü, Türkan? Neden yaşandı bunca acılar? Neden Ahmet amcam, Fatma teyzem, çocuklarından, torunlarından uzaklarda? Ben burada büyüdüm, buranın kızıyım. Özlüyorum, Dua Tepe'yi!

Asiye HACIARABACI

Bakmadan Geçme