YÜKLÜĞÜ NASIL PATLATTIK

Biz çalıyoruz, kızlar oynuyor, kızlar oynuyor, biz çalıyoruz ve bir ara, sazımın sapı biraz uzun olduğundan, biraz da bunca güzel kızın arasında, beni basan efkarlıktan dolayı, yüklük dayanamadı ve göbek yerinden patlayıverdi ve yorgan döşek alabora oldu. Yüklük yıkıldı, bizlerde hepimiz bunun altında kaldık...

YÜKLÜĞÜ NASIL PATLATTIK


Sene 1977, galiba. Bizim Küçükviran (Mişevsko) köyünün Bekirpaşalar mahallesinde bir komşu kızının kınası var. O zaman kına törenleri şimdiki gibi yonikalı, gırnatalı, zurnatalı, havai fişek patlatmalı, manasız ve anlamsız "türlü güveç" - tantana çalgısından yoksundu.

Kız evinin önüne tahtadan yapılmış, biraz uzunca iki peykenin (bank) üzerine sıra sıra oturmuş kızlar. Birisinin elinde az biraz ritim tutmak için bir daire (def), başkasında ise boş bir peynir tenekesi...

Peykelerde oturan kızlar türkü söyler, ayakta kalanlar ve yerinde duramayanlar ise oynuyorlardı. O köylerde, benim gibi eli saz tutan yerli aşıklar varsa, işte onlar boş peynir tenekesinin yerini alırlar ve kına töreni biraz daha renkli ve "modernleşmiş" olurdu...

Bekirpaşalar mahallesindeki kınanın haberi duyulunca, ben hemen Allıköylü saz ve ergenlik arkadaşım İsmail'e haber saldım. Beni kırmadı, geldi. Gelmeyip de ne yapacak, o da kızların önünde fiyaka ve caka arzusundan yanıp tutuşuyordu...

İki kafadar, vur sazlara, ver oynasın, gırla gidiyoruz. Biz çaldıkça, türkü söyledikçe, kızlar gerdan kıvırıyor. Onlar oynadıkça, biz coşuyoruz.

Bizler bazen Allah'ın rahmetini ve bereketini, kendimizle beraber getiriyoruz ya, bir sıra "programın ilerleyen saatlerinde" hava durumunun azizliğine uğradık ve şapır şapır yağmur yağmaya başladı. Eğlencenin devamı için evin içerisinde bir odaya taşındık. Malum ya, eski bir köy evindeyiz, odalar küçük.

Biz saz arkadaşım İsmail ile krevatın (karyola) üzerine oturduk. Krevat dediğim, yani boynunda sallanan o şey değil, tahta döşemeli bildiğin bir yatak. O yatak ta geniş olduğu için, üzerine kızın çeyizi olan yorgan, döşek ve yastık takımlarını ta tavana kadar üst üste yığmışlar. Yani buna bizim yörede yüklük denir ama Anadolu'da ise yorgan ve döşeği içine sığdırmak için yapılan bir nevi gardıroba yüklük denmekte. Rodoplar'da ise buna musandra deriz. Yunanca kökenli bir kelime...

İsmaille biz sırtımızı yüklüğü dayadık ve hemen başladık o iç gıcıklayan "parçalarımızdan" çalmaya. Biz çalıyoruz, kızlar oynuyor, kızlar oynuyor, biz çalıyoruz ve bir ara, sazımın sapı biraz uzun olduğundan, biraz da bunca güzel kızın arasında, beni basan efkarlıktan dolayı, yüklük dayanamadı ve göbek yerinden patlayıverdi ve yorgan döşek alabora oldu. Yüklük yıkıldı, bizlerde hepimiz bunun altında kaldık...

Okulda aldığım mekanik dersine ve bildiğim fizik kurallarına göre, bu güzelim rengarenk yüklük, yer çekimi titreşimine ve kızların bunca kıvrak oynamasına dayanamadı.

Yorgan, döşek, yastık, kol, bacak, fistan mintan, yani her şey birbirine karıştı kaldı. Gelin adayının annesi Ayşe yenge hemen kapıda bağırarak beliriverdi; "Sizi be başınimesinin gızannarı, sizi!" ve oradan nasıl bir hışımlı kaçtığımızı artık hatırlamıyorum...

Demek ki, yaramazlık yaşta değil, baştaymış. Eh, ne yapalım, havayi fişek yerine, bizde çeyiz yüklüğünü patlattık...


Mehmet DAVUT,

Cebel

 

Bakmadan Geçme