Allah'ın Sopası -

Allah'ın Sopası


 

***

Onu ilk defa tramvayda görmüştüm. Ayakta bile yer olmayacak kadar dolu bir tramvayın içinde, bebek arabasındaki ağlayan çocuğunu susturmaya uğraşıyordu. Esmer yüzünde iki büyük beni olan tipik bir Anadolu kadınıydı. Bebeğe su veriyor, mama veriyor ama bebek bir türlü susmuyordu... 

Oturacak bir yer bulmuştum nasılsa. Baktım hemşerim çocuğu susturamıyor. Türkçe olarak, isterseniz biraz bana verin. Çocuklar bazen hiç tanımadıkları insanların kucağına gidince sebepsiz yere susarlar dedim. Kış günü ter içinde kalmış olan anne bebeğini çocuk arabasından çıkarıp, kucağıma verdi. Çocuğun yüzünü göğsüme bastırıp sırtını okşamaya başladım. Ağlaması giderek hafifledi ve sustu. Ara sıra sadece içini çekerek kısa aralıklarla ağlıyordu. Sonunda uyudu.

Usulca annesine verirken ilk defa yüzüne baktım. Bebek doğuştan otizm hastasıydı. Üstelik de öyle pek küçük değildi. Annesi üç buçuk yaşında olduğunu söyledi. Erken doğummuş zaten. Küçük doğmuş ve şimdi de yaşıtlarına göre çok yavaş gelişiyormuş. Onun yaşındakiler çoktan koşup oynarken annesi onu hala bebek arabasında taşıyordu. Güçsüzmüş ve çabuk yoruluyormuş.

İkimiz de son durakta inip farklı yönlere gittik. Daha sonraki zamanlarda o tramvay durağında sık sık karşılaştık. Tramvayın gelmesini beklerken kısacık cümlelerle ama aslında çok uzun bir hikayeyi anlattığının farkında değildi...

Kocası ile akraba evliliği yapmışlar. İlk çocuk böyle sakat doğunca, kocasının tarafı, zaten bunun kardeşleri de böyle sakat. Tohumu çürük. Bundan sağlam oğlan doğmayacak deyip, bebekle beraber babasının evine göndermişler. Nikah zaten hoca nikahı. Kimden hesap soracak? Dönmüş baba evine. O günlerde köylerinden biri gittiği Almanya'dan izine gelmiş. Vah bacım, bu çocuk Almaya'da olsaydı, derdinin çaresini bulurlardı demişti. Ana kalbi o anda derinden titreyivermiş işte. Ailesine, izin verin ben Almanya ya gideyim diye yalvarmış. Babasının ve aile büyüklerinin pek rızası olmasa da annesi gizliden biraz para vererek onun Almanya'ya gelmesini sağlamış. Bir yıl kadar sonra da çocuğunu yanına almış. O gün bu gündür ana oğul hayat mücadelesi veriyorlarmış...

Geçen zaman içinde biz başka bir semte taşındık ve uzun yıllar bir daha karşılaşmadık. Sonra bir okulun eğlence gecesinde gördüm onları. Çocuk 15 yaşına gelmiş. Engellilere ait bir okulda meslek eğitimi görüyormuş. İyi olduklarını, oğlunun çok iyi bir çocuk olduğunu falan anlattı. Onunla gurur duyuyordu. 

***

Tıpkı küçüklüğündeki gibi sevgi dolu bir çocuktu. Durup durup annesine sarılıp öpüyordu.

- Onu her yere götürüyorum. Anlasa da anlamasa da yaşıtlarının arasında olsun diye çalışıyorum. O da mutlu oluyor.

- İyi ediyorsun. Babasından haber yok mu?

- Var izine gittiğimizde duydum. Evlenmiş dört tane sağlıklı çocukları varmış. Haber gönderdim. Bu da senin çocuğun. Bana babasını soruyor. Gel de yüzünü göster dedim ama gelmedi. Bir ay oğlum babası gelecek diye kapının önünde bekledi. Sokaktan geçen erkekleri gösterip bu baba mı diyordu. Allah, onu bildiği gibi yapsın... 

Benim evladımdan şikayetim yok. Hatta gururum o benim. Ama işte okulda başka çocukların babalarını görünce son zamanlarda o da baba sormaya başladı.

- Üzülme, sen çok iyi bir annesin. Ama keşke küçükken evlenseydin de o adamı baba bilseydi.

- Olmazdı be ablam. Öz babasını kabul etmediği engelli evladı elin adamı eder mi? Çocuğum hırpalanırdı. Biz böyle iyiyiz.

- Evet, bence de siz böyle çok iyisiniz. Durumuna üzüldüm. Adama kızdım, uzun zaman aklımdan çıkmamıştı.

Aradan gene uzun yıllar geçmişti. Bir gün hava alanında karşılaştık. Memlekete uçuyorlardı. Oysa çalışanlar için henüz izin mevsimi değildi. Ben sormadan anlatıverdi.

- Oğlum 25 yaşına geldi teyzesi. Mesleğini eline aldı. Bir fırında çalışıyor. Ne ekmekler ne pastalar yapıyor bilsen. O benim kocaman gururum.

-Maaşallah, tebrik ederim ama her ikinizi de. Harika bir annesin sen. Çalışıyor musun?

- Yok, ablam, benim fabrika kapandı. Yaş elliyi geçmiş, bu yaştan sonra beni kimse işe almaz artık. Ama çok şükür oğlum var. Onun kazancı benim işsizlik paramla gül gibi geçinip gidiyoruz.

-Allah versin, daha iyi olun, inşallah. Babası artık oğlunu görmeyi kabul ediyor mu?

-Ah, ablam, ah, köye gittiğimizde gelip görmeyen adam, üç ay önce ayağımıza geldi. Elimi ayağımı öpüyor. Ben ettim siz etmeyin diyor, ağlıyor.

- Eee, ne olmuş ona? Kafasına saksı mı düşmüş?

- Benim rahmetli dedem derdi ki, bu engelli insanları hor görmeyin. Allahın zoruna gider. Başına belanın büyüğünü verir diye.

- Ne olmuş? Başına ne gelmiş?

- Babasının üç kızı bir oğlu olmuş. Hepsi de sapasağlam. Bir kaç ay önce oğlan aniden hastalanmış. Doktorlar kanser demişler. Kemik iliği lazım demişler. Hiç bir kardeşinin, hısım akrabanın iliği uymamış. Doktor bunun başka kardeşi yok mu demiş? Çocuk ölecek demiş. O zaman bunun ayakları suya ermiş. Gitmiş anamlara almış adresimizi, geldi buldu bizi.

Tahlilleri kendi elimle yaptırdım. Oğlumun iliği uydu kardeşine. Şimdi de nakil için gidiyoruz.

- İçimden "oh olsun" diyemesem de, Allah'ın sopası yokmuş diye mırıldanmaktan kendimi alamadım...

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
29Oca
22Ara
01Ekm

Fosforlu Cevriye

01May

Bahçemizin yeni gurmesi

29Oca

Başınıza zoom gelmesin...