Sabri CON

Ah, Bu Futbol

Sabri CON

Futbol deyince ilk başta çocukluğum, sonra gençliğim aklıma gelir. Çocukluğumda bilmiyorum adı futbol muydu neydi ama mahallemizin tozlu sokaklarında eski püskü kumaş parçalarından yapılmış portakal büyüklüğünde top koşturduk biz. Sonra hayvan kılından yaptığımız aynı büyüklükte toplar daha modern ama taş gibi sert idiler. Suratımıza çarptı mı, o yer mavileşir, mosmor olur, burnumuza çarptı mı kan akar, kafaya geldiğinde komaya girmezsek şanslı sayılırdık...

Sonrasında işi büyüttük ve büyüklerimizden birisi nerede bulduysa bize hediye ettiği bir voleybol topu ile gerçek futbolu pişirmeye başladık. On bir babayiğit topçu bulduğumuzda bir takım oluşturduk. Rakip takımımız babalar ve dedelerden oluşuyordu. Onları skorca ezip geçiyorduk. Daha sonra şehirler arası futbol ligine katılmaya hak kazanmışız. O şehir bu şehir gidip oynadık. Ama nasıl? Bazımız yalın ayak, bazımız çarıklı, bazımız galoşlu. Sırtımızda havaya göre ince veya koyun derisinden yapılmış kalın kışlık formalar. Ha, bir de sıcaklarda belden yukarısının çıplak olması. Sırt numarası kimin işi? Oyun dediğin de kıran kırana. Yok öyle topu al sana ver bana demek. Topu aldın mı rakip kaleye koşacaksın. Koşacaksın ama, bu bizimki Amerikan futbolunun da ötesindeydi. Top nereye gidiyorsa, 20 kişi onun peşinde. Topu kapmak için düşmek kalkmak, ezilmek gırla gidiyor. Sahada düdük çalan da yok. Buna rağmen hiç kimse kimseye tekme yumruk atmayı aklına getirmiyor.

Deplasmana nasıl gidip geliyordunuz diye sorduğunuzun farkındayım. On kilometreye kadar yakın mesafelere, tabi ki, yaya. Daha uzaklara gideceksen bir kamyon kiralamış olursun (kamyon diyorum, araba, minibüs, otobüs değil), parasını da cepten çıkarıp verirsin. Karşılaşmadan sonra eve yara bere içinde döner, bir hafta boyunca sek topal kendin idare etmeye çalışırsın. Tabii, neden gittin, neden oynadın ve neden yaralandın diye büyüklerimizden takaza yemek de bir başka dramdı. Aramızda evli olanların hali daha berbattı. Eşlerinden yemediği laf küf kalmazdı. Buna rağmen bizi futboldan hiç kimse soğutamıyordu. Peki, bu “kahramanlığımıza” karşın elimize ne geçiyordu? Kocaman bir sıfır!

Şimdi günümüze gelelim. Günümüzün futbolu akıl almaz kürke büründü ve adeta dünyayı esir almış durumda. Hani, Müslümanların kanına girmiş bir Arap dini var ya, futbol dünya insanının damarına, kanına ve canına öyle girmiş. Profesyonel oldun mu dünya artık senin. Paraya para demek yok. Malların etiketine bakmak yok. Arabasız, evsiz, tatilsiz kalmak yok. Yatlar, katlar, uçaklar bile “çerez parası” sizin için. Ülkede asgari ücret şu kadarcık ama futbolcunun asgari ücreti yüz binlerden başlayıp uzayıp gidiyor göklere doğru...

Bir Q. Ronaldo'yu düşünün. Gece uyurken adamın bir dakikası 50 bin avroya denk geliyor diyenler var. Bu yalan ise bile, en az yüzde ellisi yalan olamaz. Messi’yi konuşmayalım. Hatta, bir Arda’yı, Volkan’ı bile. Ha, bugünlerde” gelen bir habere bak. Arda ikinci çocuğuna kavuşmak üzere sıkışmayalım diye 5 milyon ABD dolarına 600 m kare yeni bir villa almış. Kaç odalı, kaç salonlu, kaç havuzlu, nasıl bahçeli – bunları söylemek bana düşmez. Adam alın teriyle parayı kazanmış, almış. Helal olsun! Volkan’ın yatlarını katlarını karıştırmayalım.

Uzatmak istemiyorum ama amacım size bugünlerde yerel basından gözüme çarpan iki futbol haberi vermekti.

Mesut Özdil. Helal olsun, büyük takımlarda büyük futbol oynadı, oynuyor. Alman futbolcusu ama Türk evladı. Türk Milli takımına attığı, ama sevinemediği goller var. Türkiye Cumhuriyeti Başkanı'na sempatisi de eksik değil. Baba ocağında binlerce çocuğun sağlık giderlerini karşıladı, baba köyüne maddi yardımlar gönderdi. Bilmediklerimiz daha birçok işler vardır kesin. Mesut nişanlandı, evlendi ve çocuğu (Eda) dünyaya geldi. Eşi Amine Gülşe ne kadar çok mesuttur bilemeyiz ama nişan töreninde 75 bin liralık bileklik ve 100 bin liralık saat sahibi oldu. Evlilik teklifini kabul ettiğinde 200 bin liralık Tek Taş ve daha neler neler. Düğün hediyesi İstanbul’da bir daire. Ama nasıl daire? Anlatsam diliniz damağınız kurur. Şimdi bir de çocukları olunca (ki, bebek analı babalı büyüsün) Amine Hanıma Mesut’un hediyesi 80 milyon lira. Evet, yanlış yok, tam seksen milyon Türk lirası! Daha nice nice hayırlı işler yapmıştır bilemeyiz ama mayıs ayı (2020) başında Türk Kızılay’a 713 bin Türk Lirası bağış yaptığı haberi de basında yansıtıldı. İş bununla da bitmedi, İngiltere’de 82 milyonluk evini eşinin üzerine kayıt etti, üstüne üstlük bir de 2 milyon TL değerinde bir zırhlı araç aldı. Tabii, bütün bunlar topçu bir Mesut için “çerez” parası. Varsın, 10 kat, 100 kat daha kazansın...

A be, Mesutçuğum! Sıkılıyorum, utanıyorum ama sana bir diyeceğim var. Sen azıcık şu kitap yazma düşkünlerine de el atsana. Biliyorsun, kitap dünyaya açılan penceredir, büyük bir değerdir. Yazılan kitapları basıma vermek çoğumuzun hayali. Ama ekmek parasını zor bulan bizlere göre değil bu iş. Sponsorluk kesin şart. Bu satırları yazanın şu an elinde şak diye basıma verilecek en az 8 (sekiz) kitabı var, cebinde üç kuruşu yok. Sen gece uyurken, 10-15 dakika içerisinde cüzdanına giren yeşil kaymelerle bu iş adam gibi olur biter gider. Hem unutma, kitap yazanların derdine bir nebze çare olursan futbol dışında da büyük Mesut olacağından şüphen olmasın. Sen, daha büyük olmaya layıksın...

Eski futbolcu David Beckkham ve eski Spice Girls grubu şarkıcısı, bugünün moda tasarımcısı (eşi) Victoria Beckham bugünlerde lüks ev koleksiyonuna 24 milyon dolarlık bir yenisini eklediler. Yani, 450 milyon dolarlık servete sahip olan bu çift Miami’deki One Thousand Museum’dan bir lüks gökdelen dairesi satın aldılar.

Düşünebiliyor muyuz? Hayır! Dünyada eşitlik işte bu! Yokmuş, olmamış, hatta Koronavirüs devrinde bile olması mümkün görünmüyor...

Yazarın Diğer Yazıları