Meşe ve pelit -

Meşe ve pelit


Bir Kasım bana bunu hatırlatıyor. Günlerden Pazar. Yoğun sis, göz gözü görmüyor, öyle derler ya.

Annem, bu kadın hiç uyumaz mı, Allah'ım.

- Şaban Ali. Şaban Aliii...

- Ne var anne ya sabahın köründe.

- Ne sabahı, oğlum, öğle oldu.

- Baksana daha karanlık.

- Hava sisli de sana erken geliyor.

Ben de okul yok, biraz uyuyayım diye düşünmüştüm. Annemin öğle dediği sabah saat 7.00. Ama saat kim biz kimiz. Hala bu yaşa geldim, bir kol saatim bile olmadı. Şöyle kolumu o biçim yapıp kol saatli bir poz veremedim. Kalktım.

- Buyur sahip.

- Buyur sahip mi. O ne demek be. Ama hoşuma gitti.

Tom Sawyer'in maceralarını okuyorum oradan öğrendim. Bizim diyalektiğimizde, İngilizlerin ''Lets go'' gibi bir deyim vardı - Kuma.

Türkiye'ye geldiğimizde de o sözü kullanalım dedik uymadı. Meraklı bir komşu bana;

- Be oğlum, evde onarım mı var ki, anan seni ikide bir kuma gönderiyor.

Kadın yabancı dil kullanıyor. Onarım ne demek ki.

- Teyze anneme sorarsın. Dedim ve bakkala ekmek almaya gittim.

Anneme sormuş, biraz gülmüşler. Kuma'nın ne demek olduğunu da, onarımı da öğrendik. Ve o sözü attık. Kuma meraklısı varsa alsın.

- Kuma, git hindilere bak. Kümesi açtım koşup gittiler. Koca meşelerin oraya, başlarında bulun. Şu sırığı da al. Gördüğün ve erdiğin (yetişebildiğin) dalları vur da biraz pelit silkele.

Pelit ne diye merak edenlere; Pelit'e Türk Dil Kurumu Palamut demiş. Bizdeki doğrusu. Palamut diye meşe ağacının bir türüne derdik. Pelit, meşe ve palamut ağacının meyvesidir. Ancak Palamut ağacının pelitleri daha kaba durur ve pek tercih edilmez.

- Ya gece pelitler dökülmüştür onlara yeter.

- Akşama kadar yetsin, oğlum. Eve gelmesinler. Sonra, kurt dumanlı havayı severmiş. Tilkiler sevmediği ne malum. Başlarında dur. Birazdan güneş yükselir, sis de dağılır açılır ve gelirsin.

Gittim annemin dediği gibi biraz pelit silkeledim. Güneş kendisini belli etmeye başladı. Görüntü biraz netleşir gibi oldu. Baktım etraf mantar dolu.

Yaz aylarında meşelerin altında koyunlar yatar ve etraf gübreli. O mantarlar tehlikeli. Ama beş on metre uzakta da mantar var. Bir tane var, ha orda da gördüm. Düştüm mantar peşine, değirmenin başından Gök Kayalar'ın karşısına kadar vardım.

Takkenin içi, gömleğin kolları mantar ile doldu. Eve döndüm. Mantarları boşalttım.

Annem;

 - Bak, gördün mü, erken kalkan rızkını bulurmuş. Ben onları bir temizlerim de öğleye mantar çorbası ve biraz da bulamaç yaparım. (Bulamaç, çorbanın çok koyu olanı içine yoğurt da katarlar hafif ekşi olur.) Mıhlama gibi bandıra bandıra yersin.

Bu yazı ile mantar ve zehirlenmeleri mevsimini açmış oldum.

Ölüm yakışmasa da, biz ölmenin yolunu buluruz.

Covit-19 öldüremedi.

Depremde yıkılan çürük yapılardan kurtulduk.

Askerden de sağlam döndü isek, mantar ne güne duruyor.

Dün açık arazide mantar toplayan bir kaç kişi gördüm. Açık arazi dediğim, belki de, eskiden ekilip biçiliyordu. Yani suni değil fenni gübrenin kullanıldığı yer...

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
26Haz

Fermanı silah zannettiğim yıllar

24Haz

Yüz Yıl Önce

29May

Ciddi Durum

02May

Seviyeli Arkadaşlık

01May

1. Mayıs kesiti