Op. Dr. Gürçay CEM

Zorunlu göçün canlandırdığı acı hatıralar

Op. Dr. Gürçay CEM

 

19 Mayıs 1989 yılı. Bulgaristan'da Jivkov rejimine karşı Cebel'de başlayan başkaldırı, kısa sürede bütün Bulgaristan'a ve oradan Doğu Bloku ülkelerine yayılarak Berlin Duvarı'nın yıkılmasına kadar gitmiş ve demir perde rejimlerinin sonuna vesile olmuştu.

Ancak başka bir şeye daha sebep oldu 19 Mayıs olayları.

Bu olaylardan sonra, Jivkov rejimi daha fazla baskılara dayanamamış ve soydaşlarımız için sınırları açmak zorunda kalmıştı.

Önce 1984-1985 yılından sonra uygulanan asimilasyon politikalarına aktif tepki verenleri sınır dışı etmekle başladı işe rejim güçleri.

O asimilasyon günlerinde, yönetici pozisyonlarında olan soydaşlarımız isimlerini gönüllü değiştirdiklerini, aslında Bulgar soyundan geldikleri tarzında demeçler vermeye zorlanıyorlardı basında ve görsel medyada.

Anne ve babam, idareci görevlerde bulunduklarından, kendilerine de bu tarz telkinlerde bulunulmasına rağmen, bunu kabul etmeyerek görevlerinden istifa etmiş ve asimilasyon politikalarına en başından beri açıkça karşı çıkmışlardı.

84-85 asimilasyon süreci, askerde olduğum döneme denk gelmişti.

Orada çavuş rütbem vardı ve revirde görevliydim. Revire gelen askerlerle sık sık bir araya geldiğimizden mi, yoksa özellikli görevde bulunduğumdan mı bilmiyorum, ama bir gün beni Askeri Karşı İstihbarat ( VKR) subayı çağırıp Türk asıllı asker arkadaşlarımız hakkında bilgi istemişti.

Asimilasyona karşı neler düşündüklerini, tepkileri ne olduğu gibi bilgiler talep etmiş, alenen muhbirlik yapmamı istemişti.

Kendisine böyle bir şey yapamayacağımı, arkadaşlarım hakkında bilgi getiremeyeceğimi söylemem üzerine, daha ertesi gün revirdeki görevimden alınarak, inşaatlarda çalışmak için, kaldığım revirden 30 kişilik koğuşa gönderilmiştim.

Bu yetmedi, bir süre sonra beni maden ocaklarında çalışmak üzere başka bir bölüğe göndermek istemişlerdi.

Totaliter rejim döneminde, Türk asıllılar askerliklerini inşaatlarda, demir yollarında veya madenlerde çalışarak yapıyordu.

Bundan dolayı, 19 Mayıs 1989 olaylarından sonra ailecek ilk sınır dışı edilenlerdendik.

O günü çok iyi hatırlıyorum. Tıp öğrencisiydim.

Cebel'deki evimizin önüne iki polis aracı geldi ve kasabayı bir saatin içinde terk etmemiz istenmişti.

Apar topar birkaç parça eşya alabilmiştik yanımıza sadece.

Zorunlu göç günlerini anarken, aslında aynı zamanda sınırlarımız dışında kalan soydaşlarımızın zorlu yaşamlarını, bulundukları topraklarda her türlü zorluğa rağmen etnik ve dini kimliğimizi, kültürümüzü yaşatmayı başardıklarını da anıyoruz.

Yapılan her türlü zulme ve baskılara rağmen, oralarda dimdik varlığımızı nasıl korumaya başardıklarını da anıyoruz.

Oralar aslında Ana vatanımızı korumak için ön cephe olduğunu tarih boyunca hep gördük.

Ana vatanımıza karşı her türlü tehdide karşı, o bölgelerde yaşayan soydaşlarımız her zaman yeri gelince hattı müdafaa, yeri gelince sathı müdafaalar yaptıkları defalarca görülmüştür.

Bizlerden biri olan ve şanlı tarihimizin gelmiş geçmiş en önemli şahsiyetlerden biri olan Mustafa Kemal Atatürk soydaşlarımızı için:

"Muhacirler savaşlarda hep en sonda kalanlardır. Kaçmak çekilmek nedir bilmeyenlerdir!" boşuna dememiş.

Bu sözler ışığında birileri zaman zaman kalkıp bizim soyumuzu, vatanseverliğimizi sorgulamaya kalkışıyor.

Etnik ve dini aidiyetimizi, vatanseverlik konusunu kimseye tartıştırmayız.

Bunu yapmak kimsenin de haddine olamaz! 

Bu konularda ancak ders veririz.

Soydaşlarımızın aidiyeti ve vatanseverliği tartışılamaz.

Ülkemizin asli unsuru olduğumuz, atalarımız bu toprakları yurt edinirken kanlarını dökenlerden olduklarını, yani bu ülkenin sahiplerinden olduğumuzu kimse tartışma konusu yapamaz...

Yazarın Diğer Yazıları