'Yağ satarım bal satarım, arkasına bakana dayak atarım...'
Nejla ALAGÖZ
Göçmen geldiğimizin birkaç yılı sonrası, zamanında Bursa'nın "Ucuz Meskenler" diye geçen Kaplıkaya'nın hemen altında, akraba olan on hane ile beraber müstakil evlerimizi inşaa etmiştik.
Lodosu bol; lâkin betonarmesi az olan, bu yerleşkemiz, biz çocuklar için adeta bir Özerk Cumhuriyet gibiydi...
Alabildiğince yeşil alandaki kayaların üstünde birer Zeyna'ydık, Süpermen idik, çeşit çeşit oyunlarımızda.
Kışın, ayaklarımızın altındaki kıtır kıtır karla haşır neşir olmaktan çoraplarımız ıslanırdı, yine de kardan adamın çevresinde oyun oynamaktan evlerimize giremezdik.
Kanalboyunun hemen arkasındaki camiden yayılan ezan nidasıyla, çocuk sesleri birbirine karışırdı sokakta, sonra "yakantop", "istop", "kovalamaca", "cilli", futbol, "saklambaç" ve "seksek" oynardık...
Karşıdaki göçmen evinin basamaklarında oturup, tesbih çekerek bizim çocuk oyunlarımızı seyreden rahmetli Nuriye cicem, kuzenlerden Mehmet veya Hilmi, her neyse; " Neneeee susadım, acıktımmm!" diye avazı çıktığı kadar bağırdığı anda, on onbeş kadar yaramaz afacan hemeb sıraya dizilirdik Nuriye cicemizin önünde, kâh su içmeye, kâh beyaz somun dilimi üzerine sürülmüş sanayağlı, toz şekerli yada salçalı ekmek yemeğe....
Ah, Cemile Teyzem, şimdi doksanlı yaşlara basmış, taaaa Avustralya'lardasın; ama senin de burnuna, tozlu ve toprak içindeki Bursa sokaklarında, bizler kan ter içinde oynarken, pencereden her birimize uzattığın ve afiyetle yediğimiz ekmek dilimlerinin buram buram kokusu, kıpkırmızı domates salçanın lezzeti geliyor mu?
Ben hala, o "yağ satarım bal satarım, arkasına bakana dayak atarım" diyen, neşe dolu çocuk seslerini duymaktayım...