Hiç evlerin de mezarı olmuyor demeyin
Mümin TOPÇU
Sancılı ve beklenmedik bir ayrılıktı bizimkisi, tenha bir sabahta köyümüzü terk etmiştik.
Tarifsiz bir üzüntü ve çaresizlik göz yaşlarımızda boğuluyordu.
Adeta ileriye doğru bir adım atamıyorduk, sanki diz bağlarımız sökülmüştü ve herkes arkasına dönüp dona kalmıştı...
Bütün varlığımızı bırakıp buralardan temelli gidiyorduk.
Rengarenk güllü basmadan, elle dikilmiş penceredeki perdeler;
pervazlara sıra sıra dizilmiş, eskimeye yüz tutmuş minnacık bakır kofalara dikilmiş çeşitli çiçekler;
beyaz badanalı bacadan çıkan renksiz duman;
bahçe avlusunun dibindeki mor ve beyaz zambaklar;
kulübedeki telaşlı köpek yavrusu ve gözden kaybolmuş ikiz kedi yavruları;
ahırın dış kapısında asılı duran is tutmuş camlı büyük fener...
Sadece onları değil, bütün çocukluk ve gençlik yıllarımın anılarını da yitirmiştim, sanki hepsini soğuk pınarın şırıltısına saldığım kağıttan kayıklara bindirip meçhule doğru uçuruyordum...
Uzun yıllar gelip geçti ve bir gün sahipsiz bıraktığımız köyümüzü ziyaret ettim.
Keşke o manzarayı görmemiş olsaydım...
Köyümüz adeta ölmüştü. Sahipleri terk edince, bütün evler yıkılmıştı, bazılarının temel taşları bile artık toprağa gömülmüştü.
Hiç evlerin de mezarı olmuyor demeyin;ama onlar temeline sadık kalıyorlar...
Dede mirası evimiz tamamen çökmüş ve yıkılmıştı, bir tek ahır kapısında asılı kalan o isli camlı büyük fener duruyordu. Nedense ona hiç bir şey olmamıştı, camı bile çatlamamıştı.
Benim içimdeki cam kırıkları ise vücudumu bin bir parçaya bölüyordu...
Üzüntüden tarla ve bahçeler bile şekil değiştirmiştiler, bir nevi eksen kaymasına uğramışlardı.
Rahmetli dedemin yetiştirdiği onlarca meyve ağacı hala ayaktaydı; fakat bu yıl nedense hiç meyve vermemişlerdi. Belki de, benim geleceğimden haberleri olmuştu...
Bir tek mor ve beyaz zambaklar çiçek açmıştı; ama hüzün ve kasvet doluydular.
Artık kimse onları koklayıp, cam kavanozlara yerleştirip pencere pervazlarına dizmiyordu...
Zaten pencere de kalmamıştı, beyaz badanalı bacalar ise çoktan yıkılmıştı...