Biz Japon muyuz ki, harakiri yapalım...
Mümin TOPÇU
Bu yaz ilk defa Bursa'nın sıcak havası beni haddinde fazla yordu ve en son çareyi Rodoplar'a kaçmakta buldum.
Birkaç gündür memleketim İridere'deyim ( Ardino ). Artık geleneksel hale dönüştürülen kasaba festival şenliklerine denk geldim. Bu da bana adeta bir sihirli mehlem gibi yaradı; çünkü uzun zamandır insanımızı ve onun coşkulu hallerini haddinden fazla özlemiştim.
Kasabamızın meydanı yeni bir estetik görüntüye kavuşmuş ve göz alışkanlığımızın alışması için biraz zaman gerek. Konserler, sergiler, kuzu çevirmeler, sıcak kucaklaşmalar ve ritmik danslar derken, sayılı günleri arkada bıraktık. Yarın iş başı. Ben de zaten yazılarımı biraz aksattım, umarım kusur bellemezsiniz...
Daha Bursa'dan ayrılmadan önce, bende ukde kalmıştı. İçime dert olan şeyin ne olduğunu merak ediyorsunuzdur.
Yıllar boyu, genelde sadece bizim toplumu ilgilendiren, dar ve geniş açıdan siyasi konulara değinmeye özen gösterirken, bizim siyasi yetersizliğimizde veya kültürümüzde birçok noksanlıkların artık ayyuka çıktığını kimseden gizlememiz mümkün değil...
Artık her konuyu açıkça irdeleme zamanı! Kimse zannetmesin ki, bizim "otonomik toplumun" dışında kalanların çokta umurundayız. Başkaları başımıza gelen bütün olumsuzluklara gülüp geçerken, kendilerince bizlerle dalgasını geçerken, bizler biri birimizin ümüğünü sıkmak için diş bilemekteyiz ve birince fırsatta birer kıspet kuşanmış yağlı güreşçi gibi galibiyet ilan etmeye hazır kıtayız...
Sevgili kardeşim, sen hangi galibiyetten ve zaferden bahsetmektesin?
Bizim en son zaferimiz, 1989 yılında özgürlüğümüz için çıkardığımız isyanlardı, yürüyüşlerdi, zorunlu göçlerdi; fakat o dönemden upuzun tam 33 yıl geçti...
Suyun iki tarafında da toplum namına tamamen dağıldık, savrulduk gitti. Bin bir parça olduk veya birileri bizleri bilinçli bir şekilde acımasızca paramparça etti. Bunu çok zayıf olduğumuzdan dolayı becermediler, bilakis, bizim güçlü enerji potensiyelimizden tedirgin olanlar, korkanlar var; fakat hep pire deveyi zor devirir derler...
Şeffaflıktan ve açık sözlülükten yana olalım. Fikirdeş olalım; ama bir türlü olamıyoruz işte.
Bulgaristan'da yaşayan Türkler ve Türkiye'ye göç edenler; her iki devletteki STK yöneticilerimiz; siyasetteki Doğancılar ve Anti Doğancılar; bütün bunların arasında oluşmuş olan birlik ve beraberlik çukurlarını yeniden doldurabilirler mi? Aramızda çukura ve hendeğe ne gerek var ki? Biz Japon muyuz ki, harakiri yapalım...
X. belediyesinde çalışan X. kardeşim, yaşlı göçmen aga, sana neden yüklü rüşvet versin, kendisini neden zorlamaktasın?
Neden onun tapulu evine, samanlığına ve tarlasına, hokkabazlıkların sayesinde el koydun? Senin ismini de cismini de biliyorum. Kerata herif, seni rezil rüsvan etmemi mi bekliyorsun?
Filibe'de kapalı kapılar arkasında toplantılar düzenlersin; fakat kendinde neden göçmen kuruluşu STK'ları da bu tür etkinliklere davet etme cesareti bulamıyorsun? Birlikte güç doğacağından mı korkuyorsun, yoksa ayrımcılıktan mı yanasın?
1990 yılında, siyasete atılıyoruz diye kendi kendimizi kandırdık, halbuki hepimize uzun soluklu strateji ürünü birer zoka yutturdular.
Bir sözle tuzağa düşürüldük, yabancılara savunmasız kınalı keklik avı olduk. Bazıları ise hemen av köpeği rolüne büründü; fakat tazının kayışı her zaman yabancı patronun elinde oldu...
İşte bütün bunları bizler topyekun algılamadık gitti. Daha doğrusu anlamak istemiyoruz, vurdumduymazlık örneği sergilemekteyiz...
Başka birileri, gönüllerin amiral gemisi yerine koyduğumuz kurumda, siyasi kanadımızdaki bazı gelişmeleri, talihsiz bir gelişme ve böl parçala olarak seslendirdi acemice.
Yarım milyon göçmen asıllı seçmen haklı değil de, aramızdaki 20 - 30 bin oy sahibi mi en zekiler oluyor?
Temiz siyaset varken, kirli siyaset için neden efor harcayalım.
Bunun sonunda kazancımız ne olur?