Mümin TOPÇU

Başkan, sana bir iki sözüm var

Mümin TOPÇU

Son dönem bizim mahallede en çok kullanılan söz "başkan" oldu diyebiliriz, adeta içimiz dışımız bir nevi irili ufaklı başkanlarla dolup taştı...

Keza sanal alemde de boy boy dizili başkan fotoğrafları hiç eksik olmuyor.

Artık sadece sanal alem sayesinde camiamızı yönetemeye ve ayar çekmeye kalkışanlar pek de demode oldular.

Artık bir şehit mezarı başına dizilip fotoğraf çektirenleri veya boş salonlarda nutuk çekenleri, camiamızın fertleri pek inandırıcı ve güvenilir bulmuyorlar.

Bu mide bulandırıcı kelimeye karşı beslediğimiz büyük aşkın esası nedir?

Kolayını bulsalar, kendi kendilerini birer büyük lider, hatta başbuğu, reis veya öncü olarak taltif edecekler; ama henüz buna yanaşmaya cesaret edemiyorlar.

Madem ki, çok kalabalık ve bayağı kudretli bir camianın temsilcileri olarak çeşitli kısır çember kıskaçları içinde dönüp kıvranmaktayız, o zaman işaret ettiğim başkanlardan her başkan başkan sayılmaz. Hele bazıları için rahatlıkla yok hükmündeki üfürükten tayyare etiketini yapıştırabiliriz.

Yani, boş boş konuşmayın uleeyn de diyebiliriz...

Bir toplumun birer ferdi olarak hepimizim başkalarına yardım etme ve camianın durumunu geliştirme gibi bir sorumluğumuz var.

Bizler topluma katkı sağlıyoruz; fakat asıl başkanların bize olan borcu ise katlanmakta... 

Bir sürü "güven çeki ve senedinin" altına imza atmadılar mı onlar?

Bir düşünün ve cevaplayın, bu unvanla taltif ettiklerimiz, son beş on yıldır bizim camiamıza ne gibi bir katkı sağladılar?

Bizim hangi sorunumuza çözüm getirdiler ve gönlümüzü aldılar?

Bir kere, başkan yerine saydıklarımızın arasında herhangi bir koordinasyon ve iletişim bulunmuyor. Bunların çoğu biri birileriyle görüşmeyi bile abes sayıyor. 

Sadece kitap üzerinde bir çatı yapı mevcut ve bu çatının ne temelleri sağlam duruyor, ne de delik deşik olan tavanından bizlere nimet dolu sepetler yağıyor...

Yakında milletvekili seçimleri vardı. Başımıza üşüşmüş bunca başkana rağmen, Meclis'e güçlü ve söz geçirecek bir temsil takımı yine gönderemedik. Zaten bu yönde ulusal çapta ciddi bir çalışmamız ve ısrarımız olmadı; çünkü her mevcut başkan, asıl kendini bir milletvekili veya belediye başkanı olarak hayal etmekte...

Ayol, sen öncelikle kendi camianda söz geçiremiyorsun, seni zaten fazla takan da yok, o zaman daha büyük mevkilere neden göz kırpıyorsun ve bizleri keriz yerine koyuyorsun?

Meclis'te tek tük, cılız temsilcilerimiz de oluyor; ama sonuç hep hüsran, hep hüsran...

 Ayrıca, o önemli koltukları şimdilik bize kolay şekilde tahsis etmiyorlar; çünkü istemesini ve almasını henüz bir türlü öğrenmedik, yeterince güçlü başkanlarımız ve liderlerimiz yok.

Bizleri kendilerine bağlayacak ve ateşleyecek liderlerimiz olmuş olsa, önümüzde duran nice dağları hep beraber devirip aşarız ve Ankara kalesini aşarız...

Geçenlerde bakıyorum iki başkan tartışıyor. Söz konusu ne biliyor musunuz? Düşmanın, Türkiye devleti sınırları içinde bulunan bazı şehirlerimize Bulgarca isimler takması...

Söyleyin bana, bir camia yöneticisi, hiç vatanperverliğini bunca ucuzlatıp satılığa çıkarır mı?

Başka birisine bakıyorum, aramızda "karşıdaki dağları ben yarattım" edasıyla dolaşmakta ve kapalı gözlerle kendisinden başkasını asla görmemekte...

Hemeni topluma ne gibi yarar sağladığını tartıyorum, ibre, bir gram kaz tüyü ağırlığı bile göstermiyor...

Kardeşim, sen en iyisi git ve kaz çobanı ol...

Lafın kısası, verimli olmayan, sadece heyet karşılama ve uğurlama işlerinle uğraşan başkanlara bizim hiç ihtiyacımız yok.

Başkan unvanını bunca enflasyona maruz bıraktıktan sonra, kısaca bahsettiğim bu dolambaçtaki hikayemizin özeti budur.

Bunca başkanımız toparlanıp ve bir olup, ya bu deveyi gütmeliler ya bu diyardan gitmeliler...

 

Yazarın Diğer Yazıları