Mehmet ALEV

Ana dilimizin yasak olduğu yıllar

Mehmet ALEV

 

Eğitim yılının son günü. Uzun üç yılın arkasından vedalaşma zamanı gelmişti.

İş pratiği dersleri, özel kabine salonunda gerçekleşiyordu. Büyük bir oda. Dört yemek sobası, buz dolapları, lavabolar ve çanak çömlekler...

Bugünkü ders için sınıf birkaç gruba ayrıldı ve her grup kendi yemeklerini hazırlıyacaktı.

Ödevler verildi ve sohbet eşliğinde yemek hazırlıkları başlamıştı.

Ben ve Türk asıllı üç arkadaşım bir grup oluşturduk ve aınında kendi aramızda ana dilimizde konuşmaya geçtik.

Bu durum, öğretmenimizin dikkatinden kaçmamıştı. Bize yaklaşınca aramızda sert bir tartışma yaşandı.

 - Siz neden yabancı bir dilde konuşuyorsunuz?

 - Nasıl, yani! Bu dil yabancı değil ki, bizim ana dilimiz oluyor.

 - Okulumuzda Türkçe konuşmak yasaktır! Siz, hala Bulgarca dilini öğrenemediniz, kalkmışsınız yabancı bir dilde konuşmaktasınız.

 - Öğretmenim, hata yapıyorsunuz. Tüm öğrencilerin arasında bir tek ben Bulgarcadan en yüksek puan alan birisi değil miyim?

- Öyle, ama okulda Türkçe konuşmak yasak...

- O zaman Sovyetler Birliği'nde neden bir Türkçe yasağı yok?

 - Orada da yasak. Sovyetler’de herkes Rusça konuşur.

 - Bu asla doğru değil, ben bir turistik otelde, "Rusların", kendi aralarında Türkçe konuştuklarını bizzat kendi kulaklarımla duymuştum. 

Yoldaş öğretmenimiz, bana iyice kızdı. Nedeni da vardı, yani... 

Tüm öğrenciler çalışmalarını bırakmış, pür dikkat bizi dinliyorlardı. Öğretmenimiz, o sinirli ve öfkeli haliyle ne yapacağını tamamen şaşırmıştı.

- Şimdi, hepiniz işinize bakın! diyerek, öfkeyle sınıf odasından çıktı gitti.

Arkasından odanın kapısı, var kuvvetiyle kapandı ve tüm sınıf arkadaşlarım kahkaha atarak beni alkışlıyorlardı. Zaten, bu öğretmeni kimse sevmiyordu, ama yapacak bir şey yoktu...

Aradan bir yarım saat geçti ve zil çaldı, kapıda hemen bizim sınıf öğretmenimiz belirdi ve beni yanına çağırdı.

- Kısaca bana anlatır mısın, iş pratiği öğretmeninizle aranızda neler oldu bitti?

Ben olduğu gibi olayı aktardım. Sınıf öğretmenim, büyük telaş içinde beni dinliyordu. Bir ara ise hafifçe gülümseyerek:

 "Bak kızım, bugün derslerden sonra öğretmen kurulu, bizzat senin için toplanacak, bu ahlaksız ve seviyesiz davranışın incelenecek. İş pratiği dersleri öğretmeni, senin okuldan kovulmanı istiyor. Sorulara kısa ve net cevaplar vermelisin. Ayrıntılara girme ve beni sürekli takip et. Sağ elimdeki parmağımı oynatıyorsam, demek ki aşırılık yapıyorsun, susman gerek, anladın mı?

- Öğretmenim, beden eğitiminden düşük notum var ve öğretmen beni saatlerden sonra stadyumda bekleyecek oldu?

- Gitmeyeceksin! Bu olay senin için çok daha önemli, okuldan kovulabilirsin, anladın mı?

Gerçekten bayağı korkmuştum. Ne yapacağımı da bilemiyordum. Derse mi gitsem, ama eninde sonunda sınıf öğretmenimin emrini duymamazlıktan gelemezdim.

O an geldi. Tüm okul öğretmenleri kocaman bir masa etrafında fırdolayı oturmuş, beni bekliyorlardı. Hepsi bakışlarını bana doğru dikmişti. Ben, utancımdan başımı eğmiş, bakışlarımı parke döşemesinden ayıramıyordum...

İlk önce, sert bir biçimde müdür bey konuştu.  Ardından, benden şikayetçi olan öğretmenimiz söz aldı.

- Ders saatinde yabancı dil konuşması, bunun tek suçu değil, kendisi daha büyük suçlar işlemiş birisidir.  Bu öğrenciyi derhal okuldan kovmalıyız, hatta, derhal bütün eğitim hakları elinden alınmalı! 

Tüm öğretmenler şaşırmış durumdaydılar, acaba neler yapmıştı bunca, bu  kız öğrenci?

Ben bile panikledim, sanki üzerime sıcak su dökmüşler gibi oldum.

Hocamız devam etti:

- Değerli meslektaşlarım, bu öğrencinin, daha üç yıl önce ismi değiştirilmiş, ama bunu hepimizden gizlemeyi başarmış. Önerimin, çok yerinde olduğunu düşünüyorum. Bu tür yalancı, saygısız ve ahlaksız çocuklara bizim okulumuzdan yer yok! Nereye gitse, bizi utandıracaktır!

Aşırı milliyetçi duygulara sahip başka bir iki öğretmen daha bana karşı söz etti.

Bu durum, beni büyük bir umutsuzluğa  ve kaosa itti. Nasıl köyümüze dönecektim, ya babama ne gibi hesap vereceğimi şimdiden kara kara düşünmeye başlamıştım.

Sınıf öğretmenim de susmuş, el altından defterine bir şeyler karalıyordu, en sonunda o söz aldı.

- Sayın meslektaşlarım, bizler nereden nereye okulumuzun en başarılı öğrencimizi kovacağız. Üç yıldır, bütün okullar arası yarışmalarda, bu öğrencimizin ulaştığı büyük başarılarla hep gurur duymadık mı, okulumuzun otoritesini arttırmadı mı?

Birazcık gerçekçi düşünür müsünüz? Biz, henüz üç yıllık yeni bir meslek lisesiyiz. Yabancı turistleri ağırlamak için usta elemanlar yetiştiriyoruz. Şehrimizde herkez bizim olulumuzu takip etmekte. Eğer, öğrenci kovmamız duyulursa, gelecek yıl kaç öğrenci bizim okulu tercih eder? 

Bir ara, beni dışarıya çıkardılar, öğretmenlerin tartışmalarına şahit olmamam isteniyordu.

Koridorda, "ceza mahkemesi" sonucunu bekliyordum. Ne kadar vakit geçti, bilemezdim.

Bir ara birisi yavaşca omuzuma el attı. Beden eğitimi öğretmenimizdi.

- Biliyorum, biliyorum olan bitenleri. Ben, sana düşük puan yazmış olsaydım, diğer arkadaşların sınıfta kalmalılar. Okulu başarıyla bitirdin! Hayırlısı olsun!

Bu sözler, sanki derin bir kuyudan çıkmıştı, en azından bana öyle gelmişti.

Beden hocamız, öğretmenler odasına girdi. Bir saat sonra öğrenecektim ki, onun oyu ile okulu başarılı ve hiç ceza almadan bitirmiştim...

Emel Balıkçı

Yazarın Diğer Yazıları