İyilik yap, dereye at... -

İyilik yap, dereye at...


Çocukluğumda, ailemdeki büyüklerden sürekli öğütler alırdım. Bu tavsiye ve önerilerin birçoğu zaman içinde kafamdan silinip gittiler. Hele, annemle babamın ve bir de dedemin nasihatlerini ölsem gitsem, aklımdan birtürlü çıkaramam...

Annem;

” Hiç kimseye muhtaç olma, oğlum, Allah’tan gayrı, hatta kardeşine bile! – derdi ikide bir.

Dedem daha kısa kesmişti;

“İyilik yap, istersen dereye at, çalkana çalkana o gene döner sana!”

Yaşamboyu bu sana, çok şeyler unutuluyor. Okuduğum kitaplarda da bu anlamda süslü püslü olsalar da, akıllı tavsiyelerle karşılaştığım olmuştur. Yerine getiremiyeceğimi bildiğim için onları ne aklımda tutar, ne de bir yerlere kayıtlarını yaparım! Ama büyüklerimden aldığım bu iki uyarıyı, beynimin bir köşesinde saklı tutarak, yeri gelince, onları cüzdanımdaki paralar gibi kullandım, durdum...

Kader, alınyazısı, demişler ya, gün oldu, beni yüksek köşelere oturttu. Bu oturma da öylesine sıradan bir oturma değil ki. Altımdaki sandalye de muhteşem! Öyle saçma sapan ağaçtan, kütükten olduğu anlaşılmasın! Adıyla sapıyla koltuk, fodullu mu fodullu.. İşimin sadece bu forslu koltuklarda oturmak olduğunu sanmayın. Elimden geldiğnce işler de çeviriyordum. Ama kendime değil. Birçok hallerde özümle, ailemle ilgili yapmam gereken şeyleri ya unutuyor, ya onları “yok öyle şey” sayıp günlerce erteliyordum.

Birgün makam kapıma bir grup delikanlı dayanmasın mı.

Lafı uzatmadan derdiniz ne? dedim.

- Biz pahalı pahalı arabalara sahip olduk, yoldaşım. Kaç para eder ki, bu arabalarla yolsuzluk yüzünden mahallemize giremiyor, kapılarımızın önüne getiremiyoruz.

- Peki, bu konuyu yetkililerle paylaşır, çözümü için çareler ararız – olmuştu onlara cevabım.

Ve aradan yarım yıl bile geçmedi, bu adamlar cirt cirt arabalarıyla kendi evlerine dek ulaştılar. Yeni görev yerimin mahalle ve mezralarından hergün oluk oluk heyetler geliyor, taleplerini kısa süreli bir vadede icra edilmesini istiyorlardı. Ben de haddimi aşmayan sorunları ertelemeden çözmeye çalışıyorum.

Allah’ın bir günü, kapımda gene çiçeği burnunda bir yığın baba;

-Yoldaş, bizim mahallemizde okul yok! Biz, inşaat ustaları gibi, bu ülkeyi karış karış geziyoruz. Birçok yerlerde çocuk yok, saray gibi okul binaları var! Bu nasıl iş, nasıl düzensizlik böyle?

- Biraz zaman gerek! Madem çocuk var, okulunuz olacak! Bir yıl geçti geçmedi aradan, okulları da oldu. Ancak babalara;

-Bakın beri, dedim, sizden bir talebim olacak! Çocuk yapmaya devam edin! Sakın haa, siz de bir gün, o bildiğiniz okulu olup da çocuksuz köylere benzemeyin!

- Merak etmeyin! Çocuk bizden, okul ve öğretmen sizden! – deyip ümitli ümitli makamdan ayrıldılar. Yerleşim yerine ait tüm mahallelerin küçüklü büyüklü tüm ihtiyaçlarını birer birer çözümlemeye çalıştık. Yol, okul, köprü, çeşme, kuyu, dam ve samanlık...

Derken tepetaklak düzen değişti. Birden gümbürdedik. Bir sözle herşey allak bullak oluvermişti. Öyle bir an geldi ki, kendimi sokak ortasında buldum. Şans eseri yanıbaşımda şırıl şırıl bir dere akıyordu. Altımda, o pahalı pahalı kumaşlarla donatılı muhteşem koltuklar yerine, bir alaca döşek bile yoktu. Allah’ın hasırı, pusuru ...

- Burada ne yapıyorsun? diye soranlara rastlıyordum kimi zaman. Kısa ve net oluyordu onlara cevabım;

- İyilik arıyorum, iyilikleri bekliyorum. Sulara, derelere az mı iyilik atmıştım, atmıştık...

Mehmet ALEV

 

 

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
11Ara

İyilik yap, dereye at...