Bu saraylarda neler oluyor, yahu
Mehmet ALEV
Totaliter rejimin son dönemleriydi.
Bazı yörelerde kooperatif sığırlarının barınağı olan ahırlarda karanlık işlerin yapıldığı, birtakım dolapların çevrildiği dedikodu hanerlerinin birinci maddesini oluşturuyordu...
Köylerde o zamanlar astıkları astık, kestikleri kestik olan brigadirler ( usta başılar ), çalışma ofislerini ahırlara almışlardı.
Günlük sorunların yanı sıra, yasal olmayan işler burada yapılıyor, akla sığmayan dümenler burada dönüyor, hatta, ahırların zevküsefa yerine çevrildiklerini de işitiyorduk...
Hele şu aşk serüvenleri için, bu ahırların üzerine olamazdı.
Köylerin bir numaralı ağası, beyi konumundaki brigadir efendi, bir kadını, ya da kızı gözden kestirdi mi, onu yüzde yüz elde etmemek, kendisi için hiç sorun değildi. Hatta köylerin birinde, bu ahır maceralarına bir köy imamının adı da karışmıştı...
Ve halktan kimi zevzekler, ahırlara yaklaşınca, ellerini manalı manalı açarak:
“Bu damda ne oluyor, yahu? – diye dalga geçiyorlardı.
Demokrasi gelince, bir azılı düşmanmış gibi ilk darbeyi, bu kutsal hayvan mekanları yedi.
Ortada ne ahır kaldı, ne de sığır...
Asıl sorumluların, kooperatifçiliği getirenlerin kılına bile dokunulmadı.
Şimdi köylerde ahırların, damların yerine lüks evler, konaklar dikildi.
Ve bu muhteşem yapıların bir ucu burada ise, öteki ucu Vitoşa'nın eteklerindeki saraydadır.
Şimdi bizim gevezelerin ahırla, damla pek işleri yok.
Doğrudan doğruya hedeflerinde bu gizemli bina var:
“ Bu saraylarda ne oluyor, yahu? – sorusu.
Hem de sağına soluna bakınmadan, hiç kimseden sakınmadan yapıyorlar bunu.
Gerçekten bu soru, köşe taşı gibi yerine “ lüp” diye oturmuyor mu, sizce?
Ne oyunlar oynanıyor, ne tiyatrolar sahneleniyor, bu mekanda?”
Aşk meşk işleri ufak mesele, onlar bir yana. Bu yerde canlara kıyılıyor, ölümler oluyor...
Dahası var: Sarayda oturan başkumandirin bir sürü yaveri, bunca köylü amcaların rüyalarında dahi göremeyecekleri olağanüstü güzel koşullara sırtlarını çevirdiler, alıp başlarını, bu sırlar yuvası mekandan uzaklaştılar...
Şu, Vitoşa saraylarına sırtlarını çevirenler arasında kimler yoktu?
Oktay’ı mı, Hacısı, Hocası mı, Korman’ı, Dal’ı mı...
En nihayet başyaverlerden Mestan Ağabey:
“Yeter, canıma tak, dedi!” sözleriyle masaya kızgın kızgın vurarak, amblem kasketini eline alıp, o da çekip gitmedi mi?
Neydi acaba Mestan Ağabeyimizin canına” tak diyen”? Bunu nasıl öğreniriz?
Ve ikide bir sarayı terk eden, bu masum adamlar, demeç ve konuşmalarında Saray'a veryansın ediyorlar.
Dostlar, hiç alınmayın; ama sizinki tıpkı köpek havlamasına benziyor...
Birtakım kızgın köpekler, başlarını dikip bir yerlere sürekli havlarlar.
Biz, köpek dilinden anlamadığımız için bir şey bilmeyiz.
Nedir, bu köpeğin zoru, sorunu?
Kiminle alıp veremedi, hayvancık?
Şu ana kadar hiçbiriniz, üç beş satır yazarak, bu binadaki” yolsuzlukları, taşkınlıkları, yersizlikleri” derli toplu anlatmış değildir...
Sonra, hiç adam sarayca saraydan, yalın ayak, başı kabak kaçar mı?
Bu dünyanın neresinde görülmüş iş ?
Peki, halkımız saraydaki olup bitenlerin içyüzünü, nasıl ve nereden öğrensin?
“Bu sarayda ne oluyor, yahu?” diye, hep sorup duracak mı?
Ve ne güne kadar?