Doğu Rodoplar'ın işgali ve kurtuluş öyküleri
Mecit BAYRAKTAR
Bu yazı dizimizde, Koşukavak, Mestanlı, Kırcaali, Eğridere ile Gümülcine'nin işgal ve kurtuluş öykülerine yer verilecektir. İyi okumalar dileklerimle!
Balkan Savaşları, içimizde derin bir yaradır. Bu savaş, sadece ata topraklarımızı elimizden almakla kalmadı, yakınlarımızın ve yüz binlerce kardeşimizin de canını aldı. 30 Mayıs, Londra Antlaşması, savaşı sonlandırdı. Müttefikler, Osmanlı'dan aldıkları ile yetinmediler. Çaldıklarını da bölüşemediler ve İkinci Balkan Savaşı'nı başlattılar. Kısa sürdü. 10 Ağustos Bükreş Antlaşması gereği cephede silahlar sustu. Antlaşma bizim için önemliydi.
Edirne'ye kadar olan topraklarımızın kurtarılışı tescillendi. Türk - Bulgar sınırı boyunca durum tespiti yapmak için keşif timleri görevlendirildi. Savaş bitmişti; fakat işgal edilen yerlerde zulüm ve hesaplaşmalar devam etmekteydi. Göç edip de yerine, yurduna dönenler, esaretin bir başka yüzüyle karşılaştılar.
Gasp, soygun, cinayetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Buna kara cübbeli papaz ve çetecilerin din değiştirme baskıları da eklendi. 110 yıl önce, Rodoplar Müslümanlarının yaşadıklarının cehennemden bir farkı yoktu. Bu durum, sınır boylarına gönderilen kolluk kuvvetleri raporlarıyla belgelendi. Gazetelerde yayınlandı.
Tepkilerin arttığı dönemde sahneye, uzak diyarlardan gelen Rodopların kurtarıcıları çıktı. Bunlar, gayrinizami gönüllü savaşçı birliklerdi. Çoğu Kafkasya kökenli fedailerden oluşuyordu. Aralarında Çerkezi, Lazı, Kürdü de vardı, İranlı ve Afganlısı da. Hatta, Musa adında bir zenci, Afrika'yı temsilen özgürlük savaşına katılıyordu. Çerkez asıllı Eşref Kuşçubaşı ve kardeşi Hacı Sami'nin başını çektiği müfreze, İzmir- Ödemiş ile Aydın yöresinin savaşçı zeybekleri ve efeleri tarafından da destekleniyordu.
15 Ağustos 1913' te keşif yapmak niyetiyle sınır ötesine gönderilen ilk grup, 116 seçkin subaydan oluşuyordu. Gördükleri manzara, kan dondurucu cinstendi. Planları değişti. Üstlerinden aldıkları talimat ve destekle geniş kapsamlı harekât kararı aldılar. Altta alıntılanan metin, harekatın gerekçelerini anlatmak ve anlamak için sanırım yeterlidir.
Bundan sonrasını müfreze komutanı Eşref Kuşçubaşının yazdıklarından öğrenelim:
" Biz hudut boyunda kalmadık. Karabayır, Koşukavak, Papazköy'e kadar gittik. Sadece bir yerde, 400 Türk'ün ölüsünden bir ehram gördük. Yollar insan cesetleri, yakılmış evler, aç ve mustarip insanlarla doluydu. Raporumuzu hazırlayıp Edirne'ye gönderdik. Fakat bu hal karşısında dönmeye de utandık. Esasen yanımdaki milisler de ilerlemek ve katillere hesaplaşmak istiyorlardı...
Sami Bey, Enver Beye dedi ki: Karşımızda eli kolu bağlı ve kendi haline terk edilmiş asgarî 50 000 Türk var. Bunları kucağa ve bıçağa karşı müdafaasız bırakmak, denaetin en aşağısıdır. Makedonya'ya kadar yolumuz açıktır. Böyle zillet içinde yaşamaktansa, ölüm her halde daha şerefli ve huzurludur. Burada benim şahsıma bağlı 100 arkadaşım var. Bunlar ırkdaş ve dindaşlarının maruz kaldığı zulme baş eğecek insanlar değildir. Bendeniz, yarın Allah kısmet ederse, sabahtan yola çıkıyorum..." (Alıntı- Cemal Kutay, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, 10019 sayfa).