“Millet -i Sadıka" nasıl “Millet - i Haine" dönüştü - 3. -

“Millet -i Sadıka" nasıl “Millet - i Haine" dönüştü - 3.


Mıgırdiç Armen adında bir Ermeni yazarı “Hegnar Çeşmesi” başlığında bir roman yazmış. Daha gençlik yıllarımda okumuştum. O kitapta Gümrü şehri ve yöresinde Türk ve Ermenilerin çok iyi komşular olarak yaşadıkları, birbirilerinin kültür ve geleneklerine karşı son derece saygılı davrandıkları anlatılır. Herhalde bunlar Osmanlı devletinin daha ayakta sağlam durduğu yıllarla ilgilidir. Ermenilerin bakanlık dahi yaptığı “Millet-i Sadıka” yıllarına dair olsa gerektir.

O yıllar, Ermenilerin Osmanlı kaymağı ile beslendikleri, azınlıklar arasında da en varlıklı kişiler olarak yaşadıkları yıllardır. Ermeni, deyince bir de Ermeni aydınlarının Osmanlı kültürüne, özellikle de müzik ve tiyatro kültürüne önemli katkılar sağladıklarını hatırlarım.

Durumlar böyle iken onların normal hayatın raylarından çıkmalarına kimler ve neler sebep olmuştu?

Bu soruyu hep sormuşumdur kendime. Bu normal yaşayış şartlarından kaçmanın cevabına hiçbir zaman ulaşamamışımdır. Oysa ben lise yıllarımda Dobruca’da bir Ermeni ailesinde kiracı olarak yaşadım. Bazı Ermenice sözler dışında bir de bine kadar saymayı dahi öğrenmiştim. Ailede Türkçe konuşmaları hoşuma gitmişti. Daha sonraki öğrenim yıllarımda Ermenileri kitaplardan da tanımaya devam ettiğimde sık sık hüsrana da uğradım.

“İstanbul Azınlıkları” kitabında artist geçinen bazı Ermeni aydınlarının kışları İstanbul sahnelerinde tiyatro yaparak geçirirken, bahar geldiğinde Ermenilerin azınlık olarak yaşadıkları yerlere gidip oradaki genç Ermenilere ve çocuklarına milliyetçilik öğrettiklerini okudum. Bir kez daha şaşırdım.

O yılların İstanbul’unda tiyatro oyuncusu olarak Güllü Agop pek sevilir ve sayılırmış. İstanbul sahnelerinde ilk kadın rollerini hep Ermeni bayanlar icra etmiştir. Bunlar bilinen şeyler dolduğu için fazla derinleşmiyor ve değerli vaktinizi almak istemiyorum.

Ermeni terörizminin ilk denemesi olarak, 1878 yılında Erzurum şehrinde vuku bulan bir olayı da anmak isterim. Bilindiği gibi Plevne Rus-Türk Savaşı’nın son merhalesi Erzurum muharebesidir. Plevne savaşlarında askerî hekim olarak görev yapmış olan Avustralyalı Charles S. Ryan “Kızılay Emri Altında Pilevne ve Erzurum’da-1897” adlı bir kitap yazmıştır. Kitabın 15. Bölümünde Erzurum’da hekim iken tanık olduğu bir feci olayı anlatmaktadır. O yıllarda Erzurum, 40 bin nüfusu olan, genelde Ermeni, Kürt ve Türklerin yaşadığı yerdir. Doğunun ticareti Tahranla bu iki şehir arasında döner. Evler düz damlı, taş duvarlı olup depreme ve atmosfer şartlarına dayanıklıdır. Ama dehşet soğukları vardır. Doğasında çok az ağaç bulunduğu için en yaygın yakıt tezektir. Dr. Ryan oraya vardığında hava yine çok soğuktur. Evleri genelde tek katlı olan şehirde iki katlı evler hep Ermeni zenginlerine aittir. Bu gösterişli evler ya han ve hotel ya da hastane olarak devlet tarafından kiralanır. Oraya savaşın sonuna doğru gelmiş olan Dr. Ryan, yeni askerî hastaneye çevrilmiş bir hastaneye yerleşir.

Savaşı sonlandırma işlerinin akışı esnasında bir gece yarısı müthiş bir infilâkla uyanır. Paniğe kapılmış olan halk sokaklara fırlamış, doktorun kapısına dayanmıştır. “Ne oldu, nerede oldu?” sorularına cevap aranırken askerlerin de desteği ve itmesiyle olayın çıktığı sokağa varılır. Sokağın yarısından çoğu yalımlar eşliğinde harıl harıl yanıyor. Görgü tanıklarından sağ kalan iki kişi yandaki ahırdaki ineklerin bacaklarına sarılmış acılar içinde inleyip duruyor. Dr. Ryan Henüz yaşamakta olan bu insanların pansumanını oracıkta yapıyor.

Sağ kalan iki görgü tanığından alınan bilgiye göre artık bir çukurdan ibaret olan Ermeni evinde, 15-16 kişi, Türk ordusunun depolarından yürüttükleri fişek sandıklarını büyükçe bir odaya koyup mermi çekirdeklerini çıkarıyor, içlerindeki barutu da kendi amaçları uğrunda kullanmak için ortalık yere yığıyorlarmış.

Gece yarısı geçtikten sonra bir tiryakinin sigara canı çekmiş. Ayağa kalkıp sigarasını yakmak için bir kibrit çakmış. Çakmasıyla barut tozu parlamış. Büyük bir patlama sesiyle barut evi de havaya uçmuş. Gecenin bu geç saatinde millet savaş oluyor diye sokaklara fırlamış…

"Ye beni kurt!" hesabı kendi ülkelerini ateşe atmışlardır - 4.

Hikâye bundan ibaret ama düşündürdükleri burada bitmiyor. Birçok soru, düşünen insanın beynini meşgul ediyor. Birinci, bu barut sandıklarının kendi devletinden çalınması suçtur. İki, bu kadar barut ne amaçlarla kullanılabilir? Barışçıl veya yıkıcı amaçlara yönelik kullanılır. Örneğin taş ocağı açmak, taş çıkarmak için kullanılabilir. Kötü amaçla kullanılırsa, köprü uçurmak, yol kapatmak, İslâmi eserlere sabotaj yapmak gibi işlerde kullanılabilir.

Yazar, bu ihtimaller üzerinde durmamış. Ancak tarih araştırmalarından Ermenilerin Rus askerlerine yardım ettiklerini, birçok Müslüman köyüne saldırılar ve katliamlar düzenlediklerini biliyoruz. Yalanlarıyla Müslüman idarecileri de kolay kolay kandırdıklarını biliyoruz. Son zamanlarda tarihçilerimizi buldukları toplu mezarlar unutulmamalı.

Bazı konularda Ermeniler, Balkanlar'daki Hristiyanlarla da iş birliği yapıyorlarmış. Geçen bölümlerde bahsetmiştik. Müslümanlara ve Türklere acı vermek onların gözüne kahramanlık olarak görünmüştür. Bu ortak düşüncelerin temelinde modern milliyetçiliğin yattığını düşünebiliriz.

Bilindiği gibi, 1789’dan sonra Avrupa ülkelerinde modern milliyetçilik ve İslâm düşmanlığı hızla yayılmıştır. Hristiyan kavimlere yeni okullarda okuma fırsatı verilmesi, Osmanlı’ da Batı kolejlerinin açılması, Ermeni ve Bulgar çocuklarının hızla entelleşmesine sebep olmuştur. Osmanlı ise konservativ maarif sistemleriyle oyalanıp durmuştur. Yabancı ülkelerde öğrenim gören azınlık çocukları, Osmanlı devletinin yönetimine daha aktif katılmaya başlamışlardır.

Örneğin demir yollarında dahi Hristiyan memurlar, hatta devlet aleyhinde faaliyet yürütenler yani militanlar çalıştırılmıştır. Yakalanan teröristler cezaya çarptırılınca doğal olarak Türk düşmanı kesilmişler ve devlete zarar vermek için çaba harcamışlardır. Aynı zamanda Rus-Türk Savaşları'nda Rusları desteklemekten geri durmamışlardır. Ya gönüllü olarak savaşlara katılmışlar ya da istihbarat yardımında bulunmuşlardır.

Birinci Cihan Harbi'nde ise Ermeniler alenen isyanlar çıkarıp Osmanlı ülkesine zarar vermekten çekinmemişler, katliamlar yapmışlar ve tehcir edilmeyi hak etmişlerdir.

Buna benzer bir kalkışmanın, 1876 yılında, Bulgaristan’da Nisan Ayaklanması adı altında gerçekleştiğini henüz unutmadık.

Ermeniler, koskoca bir devleti karşılarına alarak Rusların da yardımıyla onu yenebileceklerini düşünmüşler. Ancak planları tutmamış.

Aynı akıbet Bulgarların da başına gelmiştir. Ancak Rusların sıcak denizlere çıkma kararıyla birlikte istiklâllerine kavuşmuşlardır. Daha sonraki olaylarda Rusların desteğiyle Ermenilere de bir devlet kurulmuş ancak onlar bununla yetinmek istememişlerdi. Kendilerinden daha zayıf olarak gördükleri Azerbaycan Türk devletinin topraklarına göz dikmişler, bu devletin bazı bölgelerini zorbalıkla işgal etmişlerdir. Sonuçta “Ye beni kurt” hesabı kendi ülkelerini ateşe atmışlardır. ( Devam edecek )

YAZIYI PAYLAŞ!