BİZİ AYIPLAYANLAR YERİMİZE GEÇTİ… -

BİZİ AYIPLAYANLAR YERİMİZE GEÇTİ…


BİZİ AYIPLAYANLAR YERİMİZE GEÇTİ…


Bu sabah eşimle birlikte Ergene ilçesinin Yeşiltepe Mahallesi'ndeki Masal Parkına kadar yürüdük. Oradaki spor aletlerinde hareketlerimizi yapıp dönüşe geçtik. Cadde üzerinde yer yer işçiler gruplar halinde toplanmış, fabrika servis araçlarını bekliyorlardı. Bunları kılık kıyafetlerine göre incelediğimizde yüzde yüze yakınının Anadolu ve Trakya'nın çeşitli yerlerinden gelip, Ergene'ye yerleşenlerden olduklarına kanaat getirdik. Servis araçları gelip, işçileri aldıktan sonra, çeşitli yönlere ve mahallelere hareket ettiler.

Bu görüntüler bizi geçen asrın 70'li yıllarına götürdü. O yıllarda da Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçenler vardı. Onlar, daha önce gelmiş akrabalarının davetiyle serbest göçmenler olarak gelmişlerdi. Akraba davetiyle gelmiş olmalarına rağmen, onlara kesinlikle ağırlık olmayı istemiyorlardı. O yıllarda şimdiki gibi çok fabrika ve iş yeri yoktu Türkiye'de. Bulgaristan'dan göçmenler geliyordu ama köylerde iş bulmaları zordu. Şehir ve kasabalara yerleşmeyi yeğliyorlardı. Ev kiraları da bellerini büküyor mu büküyordu. Çocuklarını da mutlaka okutmak istiyorlardı. Tarla taban, bahçe hayvan desen onlar da yoktu. Hayatlarında ilk defa ev kirası ödüyorlardı ve onu ödemek için mutlaka çalışmalıydılar. Kasabalarda tek tük fabrikalar açılmış ve açılmaya devam ediyordu. Bereket ki, fabrikalara servisler vardı. Ücretsiz götürüp getiriyorlardı işçileri. Böyle olduğu için erkeklerin yanı sıra kadınlar da gitmeye başlıyorlar fabrikalara. Oralarda kadınların da yapabileceği işler vardı…

Benim akrabalarımın bir kısmı Büyükçekmece ilçesi Tepecik köyüne yerleşmişlerdi. Memleketten getirdikleri ev eşyalarıyla idare etmeye çalışıyorlar. Fabrikada kazandıkları paraları inşaat malzemeleri için biriktiriyorlardı. Göçmenleri bilirsiniz, keseri ve bıçkıyı eline alan ustadır. Kadınlar, sebze yetiştirmekte usta olmalarına rağmen, inşaat işlerinde de erkeklerine yardımcı oluyorlardı. Günlük harcamaları en aza indirip, arttırdıklarını inşaata yönlendiriyorlar. Arsalar alınıyor ve evler dikiliyor. Parsellenmiş tarlalıklarda mantar gibi evler yetişiyor. Benim dayımın üç kızı ve eşi, ev kolonlarının pabuç çukurlarını kazdılar. Toprak da bir berbattı ki! Önce bol bol sulamazsan kazma batıramıyorsun. Bütün göçmenler ailece birleşmiş zorluklarla Allah'ına güreşiyor ve muvaffak da oluyorlar. Kiradan kurtulmak adına kısa zamanda evlerin birinci katlarını diktiler. Ortak çabalarla onları yaşanabilecek hale getirdiler ve kiradan kurtuldular.

Yerli komşular, bunlara biraz şaşkınlıkla ve biraz da kıskançlıkla bakıyor. Dedikodular da o biçim: "Neden yapmasınlar ki! Onların kadınları kızları fabrikada ustalarla kırıştırırlarmış...", "Gâvur, bunlara çok para vermiş be!" Diğer taraftan da Türk erkekleri böbürleniyor: "Bizde kadın çalışmaz be yaa.", "Bu maacurlar para için her yola giderler be!" Bir taraftan böyle dedikodu ederler ama diğer taraftan da artan ihtiyaçlara ayak uyduramazlar. Evlerine yeni eşyalarla donanması parayla olur. Önce “maacırları” ayıplarken onlar da kızlarını ve gelinlerini yeni açılan fabrikalara göndermeye başlarlar. Ne ki "iki elin sesi var!" O yıllarda fabrikalarda çalışmış olan soydaşlarımızın tamamı bugün emekli olmuşlardır. Hem de karı-koca ikisi de. 1989 yılı ve sonrasında gelenlerin çoğu dahi emekli olmuş, diğer bir kısmı da emekliliğe merdiven dayamış. Ortaokul ve lise çağında gelenler, göçmen velilerinin çektiği çilelerin etkisiyle, çok çalışıp en itibarlı üniversitelerde, hatta yabancı ülkelerde okuyup yüksek görevlere atanmışlardır. Bugün fabrikaların yönetim kadrolarında her adımda göçmen kökeni uzmanlar görmek olasıdır.

Yanlarından geçtiğim servis bekleyen işçilere baktım ki, bir göçmen kadını bari göremedim. Dedim ki, nereden nereye? Bazı kendini bilmez vatandaşlar göçmenlere "dinsiz", "gâvur" veya "Bulgar" damgalarını yapıştırıveriyorlar. Oysa çalışmak da ibadet sayılır. Göçmenler ailelerinin mutluluğu ve refahı için öyle çalışırlar ki, çocuklarını devlete muhtaç bırakmazlar, hırsızlık ve ahlâksızlık yapmalarına fırsat yaratmazlar. Vergisini ve borcunu aksatmadan ödemek de göçmenler için ibadet gibidir. Sokak köşelerinde, cami önlerinde, ev ev gezen dilenciler arasında kesinlikle Bulgaristan göçmeni göremezsiniz. Devlet makamlarının sosyal yardımlaşma fonlarından yararlananlara bakın, kaç göçmen göreceksiniz? Göçmen insan, üreten insandır. Üretken insanlarsa devleti ayakta tutan ve omuzlarında taşıyan en önemli unsurlardır. Ne mutlu kendi, milleti ve devleti için değer üreten çalışkan insanlara!

İsa CEBECİ

 

YAZIYI PAYLAŞ!