Alın Yazısı -

Alın Yazısı


Geçen asrın ortaları, bağ bozumu zamanı. Ben ise henüz altı yaşlarında, çevremde bütün olup bitenleri henüz pek kavrayamayan çıpıldak ayaklı bir köylü çocuğuyum.

Babamın kocaman eline tutunmuş, ikimiz uzakta yaşayan bir akrabamızın ziyaretinden dönmekteyiz. 

Bizim Doğrular köyüne tam giriş yaptık, Taşlı Gölcük'te babam telaş içinde biraz duraksadı ve ben elinde sarka kaldım. Evimizin avlusunu bir sürü yabancı ve bizim köylümüz olan bazı komünist kopoyları doldurmuştu.

Babam, onları görünce, elimi daha sıkı bir şekilde tuttu ve hızlı adımlarla evimize doğru ilerledik. Bir solukta hemen bağlık tarafına ulaştık, orası yüksek tümsekli olduğundan olan biteni tamamıyla görebiliyorduk.

Anam, işlik kapımıza kurça biçiminde durmuştu ve böylece rejim köpeklerinin içeri girmelerine engel oluyordu.

Bu amansız mücadeleyi babam daha yakından görünce, daha fazla öfkelendi ve hiddetlendi. Bunu minnacık elimi daha sert bir biçimde sıkmasından anlıyordum.

Koşar adım, hemen aşağıya indik ve bir silah namlusunun tam anamın göğüsüne dayandığında, çaresiz kadının imdadına yetiştik.

Babam ortalığı yatıştırmaya çabaladı ama üçümüzün direniş gücü yetmedi ve kızıl düşman kopoyları kapıyı kırıp içerideki ailemizin ufak tefek çiftçilik aletlerini “kooperatifleştirmeye” başladılar...

Babam, bu zulmün ve işkencenin yarattığı strese daha fazla dayanamadı, birkaç gün geçmeden ağır hasta düştü.

Köyümüzde kurulan tarım kooperatifine girmeyi reddetti ve uzaktaki Çiller köyüne sabah akşam işe gidip gelmeye başladı.

Bir buçuk yıl geçmeden hastalığı iyice nüksetti ve yatalak oldu. Bir gün komşumuzun at arabasıyla onu Rahmaşıklar köyündeki, başkentten sürgün edilen bir doktora götürdük.

Babamı muayene ettikten sonra, bizi anamla komşu odaya çekerek - “ Bak gelin, siz Türkler bir tabaktan yemek yiyorsunuz, bu günden sonra eşinin tabağını ayır. Hastalığı bulaşıcı” dedi.

Bu son durumu babama söyleyemedik. Eve döndüğümüzde, her daim olduğu gibi, bahçedeki koca cevizin altına sofra kurulmuştu.

Doktorun tavsiyesi üzerine, babamın yemeği ayrı bir tabağa konmuştu, fakat kendisi bu durumun nedenni hemen anlamış olacak ki, önündeki tabağı tutuğu gibi bir kenara fırlatıp “ - Demek ki, ben öleceğim, siz ise yaşayacaksınız. Ko öyle olsun ama niye benden gerçeği saklıyorsunuz?” diye bağrınmaya başladı.

Bu olaydan sonra, sofra düzenimiz yine eskisi gibi devam etti. Bir ay geçer geçmez, babamızı ebediyet yolculuğuna uğurladık.

Sevgili anacığım, 75 yaşına kadar yaşadı. Ben de artık altmışın üstünde hayat serüvenimi sürdürüyorum.

Bütün bunlara alın yazısı mı desem! Ne de desem! Allah'ın takdiri işte...

Habil Mümün KURT

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
31Oca
21Haz

Alın Yazısı

29Oca
27Ara

Çeyiz Sandığı

30Kas

Esprisi bile acı olan vaka