Yukarıdaki arama formları aracılığı ile Misyon Gazetesi arşivinde kelime, içerik, konu araması yapabilir veya gün-ay-yıl formatında tarih girerek tarihe göre haberleri listleyebilirsiniz.
Şair Bedri R. Eyuboğlu'nun deyimi ile: Ah, şu türküler, türkülerimiz! Ana sütü kadar sıcak, ana sütü kadar temiz! Ne zaman olursa olsun, hangi şartlar altında bulunursa bulunsun: neşesini, çilesini ak kağıt üzerine yazan, kağıdı yırtıp yakınca taşlara çizen, taşlar kırılıp parçalanınca türküleri tırnaklarıyla oyup kalbine yazan büyük bir Türk soyundan geliyoruz...
Annelerimiz, dedelerimiz, analarımız ve babalarımız bayramlarda, akraba toplantılarında v.b. bahanelerle toplanıp türkülerimizi dinlerken hem gülmüşler, hem ağlamışlardır. Çünkü bizim türkülerimizin her biri bir tarihtir. Varsın bizim çocuklarımız da bu türküleri söyleyip onlarla yaşasınlar!
Her evden Türk müziği duyulsun, bu melodiler herkese bizim kim olduğumuzu hatırlatsın! Türkülerimiz, adet ve ananelerimiz yaşıyorsa, biz de varız demektir.
Buna bir de ünlü ses sanatçısı, şair ve radyocu Osman Aziz”in
“Üstünlük söz konusu olunca bizim türkülerimizden, bizim müziğimizden üstün yoktur dedim hep, diyorum ve diyeceğim de…Bu başka milletlerin müziğini sevmiyorum anlamına gelmiyor, ama, hepsi bizim müzikten sonra gelir”
söyleyişini de ilâve edince her Türkün gururu olan türkülerimizin değeri kat kat artıyor.
Deliorman ve Dobruca`nın hangi köyüne varsan yeni bir türkü veya şarkı işitiyorsun. Türkülerimiz yaşadıkça bizler de yaşıyoruz.
Son zamanlarda türkülerimizin hangi yöreye ait oldukları tartışılmış da olsa onlar bizimdir, yani her nerede söylenip dinleniyorlarsa. Çünkü Rumeli”ye ve Rumeli”den göçlerle, onlar da ister istemez doğdukları yerleri terk etmişler ve yeni yörelere taşınmışlar.
Örneğin meşhur “ Yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsü bizim Tuna boyuna aittir diyebilirim. Bu delili ilk olarak çok gerilerde kalan 1966 yılı Silistre”de o zamanki Sofya Radyosu'nun Türkçe bölümünün yeni türkü ve türkücüler araştırmasından biliyorum. Çok genç de olsam o günü hiç unutamadım. Şimdiki Şehir Kültür evinin bir salonu dopdoluydu, hem türkücü, hem türkü sevenlerle. Sancağımızdan başka o zamanki Tolbuhin sancağından da katılımcılar vardı. Ben köyümüzden iki adayla ( Şezai ve Angel ağabeylerle) orada bulunuyordum. Orada da doğduğum köyümden dost ağabeylerim, Bekir Ruşit ( şu an radyoda türküleri çalınmaktadır) ve o zaman köyümüzün saz ve ses sanatçısı Şakir Mustafa'yı halihazırda bulmuştum. Şakir ağabeyim “ Yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsünün icrasından sonra komisyondan biri bu türkünün buraya ait olduğunu söylemesini hiç unutmam.
Birkaç yıl sonra, şimdi artık merhum olan Şakir ağabeyime o zaman çıkan “Ziya” gazetesi ofisinin önünde (o aynı zamanda şiir ve makaleler de yazıyordu) buluştuğumuzda soru sual ettim, konuyu araştırdığını söylemişti ve türkünün hikâyesinin Aşağı Rahva ve Silistre'nin “Küçük Mustafa Tepesi'nde geçtiğini söylemişti.
Geçenlerde öğrendim ki, bu türkü Türkiye Trakya'sının bir köyüne de ait oluyormuş. Tartışmak da istemem, çünkü her neresinin olursa olsun, o bizimdir, Türklerin!
Başka bir anılmış türkünün - “Alişimin Kaşları ( gözleri) Kare” hikâyesi Romanya Dobruca'sına uzanmaktadır. Başka bir rivayete göre ise Rusçuk Tuna boylarının Taban ve Martin köylerinde geçmişti bir aşk serüvenini anlatmakta türkü. Ha oralı ha buralı o da bizim türkümüzdür, kahramanları da Türk olduğuna göre...
Sonunda diyeceğim, bizim türkülerimiz birer Osmanlı yadigârlarıdır. Göçlerin estirdiği yeller onları da memleketten memlekete, yöreden yöreye savurmıştır ama unutturmamıştır. Onlar daimi Türklerin kalmştırlar!
Sonunda, yeri gelmişken, türkülerimizden örneksiz geçmeyelim.