Mehmet Yaver Paşa - Rodoplar'ın Son Osmanlı Kumandanı
*Bulgar topları, asker sivil ayrımı yapmıyor, her saniye, ölüm kusuyordu.* Yaver Paşa, hayatının en zor kararını vermek zorunda kalmıştı. Sivil ölümlerin vebalini taşıyamazdı. Vicdanının sesini dinledi. Kurmayları ile danışıldıktan sonra teslim olma kararı alınmıştı.
Bu sefer sizlere Batı Trakya ve Rodoplar'dan sorumlu Kırcaali Garnizon Komutanı Mehmet Yaver Paşa'nın Bulgar ordusuyla savaşını ve esarete düşme öyküsünü anlatacağım. Takvim yaprakları, o talihsiz günü, 14 Kasım1912 olarak göstermekte.
Bu tarihte Osmanlı askeri ile sıcak temas sağlayıp çatışmaya giren, Ferecik'i işgal eden, Yüzbaşı Kirpikov'un öncü birlikleri olmuştu. Çatışmanın çıktığı ilk anlarda yetersiz kalan Bulgar askerine yardım çabuk ulaştırılmıştı.
Osmanlı süvarileri kuşatılmış, bir kısmı şehit edilmiş, bir kısmı da esir alınmışlardı. Esir alınanlar arasında Teğmen Avni de bulunuyordu. Sorgulanmış, elleri kolları bağlanmış, daha detaylı sorgulanması için Bulgar karargahına gönderilmişti. Yolda fırsatını bulup, kaçmayı deneyen Teğmen, Bulgar kurşunuyla şehit edilmişti.
Cebinde buldukları, İkinci Müretteb Komutanı Yarbay İsmail tarafından yazılan mektup çok önemli bilgiler içermekteydi. Yaver Paşa'nın tüm planları artık deşifre olmuştu. Osmanlı askerinin tamamı Kermekli- Merhamlı hattında toplanmıştı. Bu bilgi hızlı bir şekilde tüm Bulgar birliklere ulaştırılmış ve bölge kuşatma altına alınmıştı.
Yaver Paşa'yı teslim olmaya mecbur kılan son çatışma, öğlen saatlerinde karma süvari komutanı Albay Tanev birliklerinin saldırıları sonucunda yaşanmıştı. Paşa, hakim tepelere yerleştirdiği toplarıyla düşmanı 2- 3 km. uzağında tutmayı başarsa da, ateş ve ölüm kusan onlarca top karşısında çok yetersiz kalmıştı. Saat 15.30'a kadar devam eden çarpışmalar, her dakika daha da şiddetlenmişti.
Meriç nehrini geçmek için burada bulunan binlerce göçmen de saldırıların hedefi olmuş, her top mermisinin düştüğü yer, kan gölüne dönüşmüştü. Fena kuşatılmışlardı. Çatışmayı kazanma olasılığı yoktu. Asker şerefiyle şehit düşene kadar çarpışabilirdi; ama göçmen kafilesi içinde bulunan yüzlerce bebeğin, gencecik kız ve çocukların, kadının, annelerin, ninelerin, yaşlı, nur yüzlü, ak sakallı dedelerin ne suçu vardı?
Bulgar topları, asker sivil ayrımı yapmıyor, her saniye, ölüm kusuyordu. Bu durum karşısında siz ne yapardınız değerli dostlarım?
Yaver Paşa, hayatının en zor kararını vermek zorunda kalmıştı. Sivil ölümlerin vebalini taşıyamazdı. İçindeki bir ses ona: "Öl! Öl! Teslim olma, Paşa!" diyordu.
Vicdanının sesini dinledi. Kurmayları ile danışıldıktan sonra teslim olma kararı alınmıştı. İkindi vakti, teslim oluyoruz anlamına gelen beyaz bayraklı elçiler, Bulgar hatlarına doğru yürüyüşe geçtiler.
Arkasından 36. Akhisar Alay Komutanı Fazıl Bey, Teğmen Veysel Efendi ve onlara eşlik eden üç asker, "Barış Elçileri" olarak buluşma noktasına gönderildiler. Top atışları durmuş, cephede çalınan ateş kes borusu, herkesin yüreğine su serpmişti.
Ortalık bir an sakinleşti. Sonra da düşman hattında kesintisiz "Uraaaaa" sesleri, gayda sesleri ile buluşmuştu. Osmanlı hattında ise derin bir sessizlik, hüzün, hıçkırık, gözyaşı ve matem havası hakimdi. Biraz sonra tabur imamlarından birinin yanık sesi duyuldu:"Allahü ekber, Allahü ekber..." İkindi namaz saati gelmişti. Asker- sivil, kollarını sıvamış, toprağa dokunma suretiyle teyemmüm abdesti alıyordu. Saflar tutuldu. Bazıları için bu toplu halde kıldıkları son namazları olacaktı. Eller semaya açılmış dualar okunmuş, kişiler bir kez daha yaratıcısıyla buluşmuştu. Tek arzuları insaf ve merhametti.
Düşman saflarına gönderilen barış elçileri, Bulgar karargahında sevinçle karşılanmıştı. Binbaşı Fazıl kendisini karşı tarafa Ferit, ona eşlik eden Teğmen Veysel de kendini Halil olarak tanıtmıştı. Fazıl Bey, ilk sözü alarak: "Osmanlı Ordu Birliklerinin Komutanı Yaver Paşa Hazretleri, Bulgarların asil ve insani duygular içinde olduklarını düşünmektedir. Daha fazla kan dökülmesini önlemek için, saldırıların sonlandırılmasını arzu etmektedir. Askerimiz ile birlikte hareket eden çok sayıda çocuk, yaşlı kadın, hasta ve yaralı bulunmaktadır. Bunları ordu saflarından ayırdıktan sonra, Paşa Hazretleri 48 saat içinde teslim olma şartlarını sizlerle müzakere edebileceğini bildirmiştir".
Olay, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, Balkan Harbi Bölümü, 445-446 sayfalarında şu şekilde verilmiştir:
"...Yaver Paşa, beraberinde bulunan büyük göçmen kafilesinin katli edilmesine engel olmak ve karma karışık hale gelmiş müfreze birliklerini düzene sokmak amacıyla, 48 saatlik bir ateşkes için Bulgar Komutanlığına baş vurma kararı almıştı. Bu amaçla Kurmay Binbaşı Fazıl, Tekke sırtlarında bulunan Müretteb Süvari Tugay Komutanı Albay Tanev ile görüşmeye gönderildi".
Albay Tanev, ateşkes şartlarını bu şekilde kabul edemeyeceklerini, 48 saat bekletilmenin söz konusu bile olamayacağını, 4 saat içerisinde teslim olmayı kabul ederlerse müzakere sürecini başlatabileceğini söylemişti.
Tekke köyü ile Merhamlı arasında bir noktaya görüşme çadırı kurulmuş ve birkaç saat süren müzakereler sonucunda, teslim olma şartlarını içeren Fransızca metin oluşturulmuştu. Gece saat 22.00 sıralarında imzalar atılmış, Yaver Paşa'ya teslim olması için 15 Kasım, saat 14.00' de kadar süre tanınmıştı.
Paşa'nın yapması gereken çok işi vardı. Gizlilik içeren evrak ve dosyalar imha edilmeli, askerin maaşı ödenmeli, sivil ve askerlere birkaç günlük kumanya dağıtılmalı, mümkünse ordunun parası bir yerlere saklanmalıydı.
Yaver Paşa, Mestanlı'da bulunduğu sırada, orduya ait para ve altınların bir kısmını Salim Ağa Cami'sinin bahçesine gömdürmüştü.1970'li yıllarda tamir ve kanalizasyon çalışması yapan işçiler, bu değerli hazineyi bulmuşlar ve kasabanın yöneticilerine teslim edilmişlerdi.
Albay Tanev, birliğine döndüğünde, ilk işi üstteki komutanlarına bilgi vermek olmuştu. Altta emir eri vasıtasıyla gece yarısı Genev'e ulaştırılan mektubun Türkçe tercümesi şu şekildeydi:
" Sayın Kırcaali Tümen Komutanı General Genev, bugün, 14 Kasım, saat 22.00'de Kırcaali Müfreze Komutanı Yaver Paşa, benim önümde yazılı bir belge imzalamış, teslim olma kararı almıştır. 9 tabur asker, iki sahra topu, iki makineli tüfek ve askeri teçhizat ile birlikte, komutanı bulunduğum birlik tarafından saat 14.00'te teslim alınacaktır. Yarın beyaz bayrakların bulunduğu alana gelirken, lütfen tarafınızdan ateş açılmasın".
General Genev, şok olmuş, kıskançlık krizine girmişti. Bir general, ancak bir başka general tarafından esir alınabilirdi. Bir önceki gün Ferecik'te 18 yaşındaki oğlu Nikifor öldürülmüştü. Bu son haber karşısında sevinememiş, hemen katibini çağırmış, Albay Tanev'e gönderilmek üzere altta sunduğum metni yazdırmıştı:
"Sayın Albay, sizden Yaver Paşa'yı uyarmanızı isterim. Savaş alanında daha rütbeli subay olan benim. Yaver Paşa size değil, bana teslim olmalıdır.."
İmzalanan protokol gereği, teslim olma saati - 15 Kasım (1912) olarak belirlenmişti. Sabahın erken saatlerinde, Osmanlı birliklerini teslim alma sürecini görüşmek üzere Gen. Genev ve Alb. Tanev bir araya gelmişlerdi. General Genev, Yaver Paşa ile Tanev arasında yapılan anlaşmadan son derece rahatsız olmuştu. Uzunca bir süredir avının peşinden koş, yarala, tam yakalayanacak duruma gelmişken, onu başkasına kaptır. Olacak iş mi bu? İşte kıskançlık doğuran nokta buydu. Teslim olma tutanağı iki komutan tarafından birkez daha incelenmiş ve saat 10.00 sıralarında Yaver Paşa'nın çadırına değişiklikleri görüşmek için bir heyet gönderilmişti. Yapılan değişiklik gereği, Yaver Paşa Albay Tanev'e değil, Gen. Genev'e teslim olacaktı. Zaten Yaver Paşa'nın isteği de bu yöndeydi.
Mutabık kaldıkları plana göre, teslim süreci zamanında başlatıldı. Osmanlı askerleri kendi silahlarını öperek, teslim ettiler. 700 metre ileride, Tekke köyü çıkışında, onları kuşatan düşman birliklerine doğru harekete geçtiler. Onurları kırılmış, gönülleri incinmiş, başları öne düşmüştü. Ama içlerindeki öfke ve nefret dipdiri canlı kalmıştı.
Karma Bulgar Tümenini oluşturan gönüllü Makedon, Ermeni ve Rus, Türk düşmanları ve azılı katillerinin önünden geçmeye zorlanmıştı. Köprüye vardıklarında dizleri tutulmuş, ayakları kasılmış, düşman tarafına geçmeden önce, birkez daha Yaver Paşa'yı görmek istemişlerdi. Çok dramatik bir sahne yaşanmaktaydı. Kendilerini düşmana teslim edilmek için götürülen birer kurbanlık gibi hissetmişlerdi. Ah! Ah özgürlük! Savaş öncesi ve savaş sırasında, ne yapılması gerekenler yapılmış, ne de cephede atalarına laik, gereken yiğitlik gösterilmişti.
Yaver Paşa, son defa askerinin önüne geçip, onları selamladı. Boğazına düğümlenen birkaç cümleyi, kendini zorlayarak telaffuz edebildi:
"Yiğitlerim, silah arkadaşlarım, kaderimizde bunu da görmek de varmış... Üzerlerinizde hakkım varsa, helal ediniz...Allaha emanet olunuz!"
Yaver Paşa ve subayları, Bulgar birliklerinin önünde, hiç gururları incinmemiş edası ile yürüyorlardı. Başları dik, alınları açıktı. Meşru vatanlarını savunmak için silah kullanmışlardı. Karşı taraf gibi din, ırk farkı yapmamış, hiç kimseyi evinden barkından uzaklaştırmamış, malına mülküne, kadınına el uzatmamış, yaralı veya esir düşen Bulgar askerine merhametli davranmıştı.
Yaver Paşa, Bulgar komutanının hizasına geldiğinde selam vermiş, saygı gereği öne eğilerek, onurla taşıdığı kılıcını öptükten sonra, onu General Genev'e teslim etmişti. General, Yaver Paşa'nı kılıcını aldıktan sonra, onun ve subaylarının yüzlerinde okunan derin üzüntüyü hafifletmek için:
" Ekselansları, siz görevinizi şerefle yaptınız ve tamamladınız. Geçmiş olsun! Sizin yerinizde bu gün bizler de olabilirdik", şeklinde teskin edici sözler söylemişti. Teslim aldığı kılıcı hayranlıkla inceledikten sonra, Yaver Paşa'ya dönmüş ve: "Bu kılıcı şerefle taşımaya hakkınız var Ekselansları" diyerek, onu tekrar iade etmişti.
Albay Tanev'e dönerek, subayların üzerlerinde bulunan tabancalarının alınmasını ve gereken yerlere gönderilmelerini emretmişti. Yaver Paşa'nın Komutanlığını yaptığı Kırcaali Müfrezesi bu şekilde teslim alınmıştı.
Bulgar görevlilerinin tuttukları resmi teslim olma raporunda şunlar yazılıydı:
"Teslim alınan, 1 General, 3 Albay, 242 Subay, 9363 asker, 9.000 silah, 8 top 2 mitralyöz, 1000 at ve 800 lira" Osmanlı kayıtlarında rakamlar şöyle verilmişti: "252 Subay, 8879 er, 8700 tüfek, iki ağır makineli tüfek, 8 dağ topu".
Teslim alma merasiminden sonra Bulgar generali geçici karargahına döndü. Peşinden koştuğu Yaver Paşa ve askerinin yenilgisine sevinemiyor, derin bir üzüntü altında eziliyordu. Biricik oğlu Nikifor, düşmanını mağlup ettiği yerde öldürülmüştü. Bir sonraki gün Ferecik'te toprağa verilecekti.
Esir alınan Osmanlı asker ve subaylarına dönecek olursak, onlar için hayatlarında yeni bir dönem başlamıştı. Ayaklarından taşıdıkları sağlam postalları alındı. Bu soğukta yalınayak bırakıldılar. Güzel kemerleri, su mataraları, cep saatleri, cüzdanlar, bitli yeni sahipleri tarafından kapışıldı.
Sofulu üzerinden önce Dimetoka'ya, sonra da Eski Zağara'ya götürülmek üzere yola çıkarıldılar. Yol boyunca neler yaşandığına dair bir fikriniz var mı? İşte Gazeteci Lev Troçkinin kaleminden birkaç satır:
"Dimetoka'da bir süvari bölüğünün esirlere, sivil halka nasıl davrandığını belki de duymamış ve bilmiyorsunuzdur? Oradan gelen subay ve yaralı askerlere sorun. Silahsız Türkleri, suyun içine doğru sürükleyip, onları nasıl yaban ördeklerine ateş eder gibi vurup, avladıklarını, silahsız adamları köprüden suyun içine atmak için süngülerini nasıl kullandıklarını anlatacaklardır."
Nazım Paşa, savaş öncesi Bulgarlara göz dağı vermek için, iki hafta içinde Sofya'da oluruz. Askerine de, orada yapacağımız geçit töreni için madalya ve tören kıyafetlerinizi almayı sakın unutmayınız, demişti.
Bu laflar unutulmamış, Yaver Paşa ve üst düzey subaylarına kıyafetler giydirilmiş ve toplu fotoğrafları çekilmişti. Esir alınmak nedir bilir misiniz? İşte esir alınan bir Osmanlı subayının anılarından bir örnek ve çağrısı:
"Üç gün ne ekmek, ne de su verildi. Def- hacet için biraz kenara çıkmak ölmek demekti. Asker bir dere içine koyun sürüsü gibi sürülmüştü. Dördüncü gün ikişer peksimet verdiler. Efrad bu yiyecekleri kaçırmamak için birbiri üzerine yığılmıştı. Bulgarlar yaylım ateşe başladı. O gece birçok şehit ve mecruh verildi. Ey bu satırları okuyan insan! Eğer hakiki bir Osmanlı yavrusu isen, bu intikamı unutma! Hiç bir vakit Bulgar'a nazar-ı merhametle bakma! Zinhar esir olma! Bunu hiç bir zaman kabul etme. Öl! Öl! Öl!Öl! Fakat esir olma! Esaret müthiş bir hakaret, en acı bir felakettir. Her şeyden daha fena nedir? diye sorarlarsa, bila-tereddüt "Esarettir!" cevabını veriniz.(Hüseyin Cemal, Yeni Harp Başımıza Tekrar Gelenler, s 206, 222).
Değerli okurlarım, kıymetli kardeşlerim, yaşadığımız toprakların ve Türkiye Cumhuriyeti'nin değerini bilelim. Bu topraklar kolay vatan olmadı. Balkan savaşlarını, Birinci Dünya Savaşı izledi. Düşman, Anadolu'ya da sızdı. Aynı benzer acılar Anadolu'da da yaşandı. Tehlike bitmiş, geçmiş değil. Palikarya, dersini almamış, avuç ovuşturmakta. Fırsat kollamakta. Çevremizde yeni bir ateş çemberi oluşmakta. Bugünlerde Türk Lirasının değersizleştirilmesi, büyük oyunun bir parçası.
Yıllarca büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bilinçli şekilde itibarsızlaştırmaya çalışılıyor. Bu da büyük oyunun bir parçası. Yeniden o karanlık ve felaket günlerini yaşamak istemiyorsak, uyanık olmak zorundayız. Osmanlı zamanında olduğu gibi düşman, hem dışımızda hem içimizde.
109 yıl önce vatan bildiğimiz Rodoplar'ı kaybettikten sonra, başımıza neler geldiğini bir hatırlayalım.
Gün geldi, dilimize, gün geldi, adımıza, gün geldi, dinimize, örf ve adetlerimize, gün geldi Türk ve Müslüman olduğumuz için bizleri kırdılar. Aydın kişileri hapislere atıp zindanlarda çürüttüler. Şehit düşenlerimiz ve gazilerimiz oldu. Yüzbinlerce Türk, kendi öz vatanından sürüldü, göç ettirildi.
Tarih, tekerrürden ibarettir. Geçmişi iyi tahlil ederek, geleceğimize öyle yön vermemiz gerekir. Bizlere bu toprakları vatan yapmak için kanlarını döküp, canlarını feda eden kıymetli şehit ve gazilerimizden feyz alarak vatanımızı ve devletimizi koruyup kollamak için canla başla çalışalım.
Başka vatan, başka Türkiye yok!
Mecit Bayraktar