YAŞADIĞIMIZ  FİLİSTİN SENDROMU

Ancak Allah'ın sopası yok işte, köle gibi çalışkan Türklere eziyet edip ve sınır dışı edersen, ülkedeki Romanların nüfusu hızla artar ve diğer vatandaşlara her yerde pervasızca taciz ve şiddet uygulamaları artar. Doğanın bile intikamı gerçekten acı olurmuş. Bu durumda bize de sadece etme bulma dünyası demek düşer…

 YAŞADIĞIMIZ  FİLİSTİN SENDROMU

    Yıllarca süren katliamlar ve sürgünler. Daha sonra 1950, 1968, 1978 anlaşmalı kitlesel göçleri ve nihayet 1989 yılındaki zorunlu göç ile yüz binlerce insanımız Türkiye’ye kavuştu. Ancak Allah’ın sopası yok işte, köle gibi çalışkan Türklere eziyet edip ve sınır dışı edersen, ülkedeki Romanların nüfusu hızla artar ve diğer vatandaşlara her yerde pervasızca taciz ve şiddet uygulamaları artar. Doğanın bile intikamı gerçekten acı olurmuş. Bu durumda bize de sadece etme bulma dünyası demek düşer…

   Mezalimin bıraktığı izler o boyuta ulaştı ki, Türkiye’ye gelen insanların çoğu ilk yıllarda, vatandaşlık haklarını korumak için bir daha o ülkeye dönmeyi aklının ucundan bile geçirmemişlerdi. Fakat zamanla işler değişti, herkes vatandaşlık bağı çerçevesinde bazı haklarına yeniden sahip oldu. Ancak göçün yarattığı travma ve yaşanan duygusal süreç çerçevesinde, insanlarımızın bir kısmı sahip oldukları evlerini barklarını bedava veya çok ucuz fiyata akrabalarına, komşularına satmak veya bağışlamak zorunda kaldılar. İnsanlarımızın çoğunun mal varlıklarına “malum bir siyasi parti” önderliğinde ve himayesinde göz göre göre el konuldu veya talan edildi. Burada verdiğimiz  çetin hayat mücadelesinden kaynaklı, bu haklarımızın yeniden tesisi için yeterli bir çabamız da olamadı, olanlar da ata yadigarı diye, kendi mallarını geri almak için değerinden kat be kat fazla bedel ödemek zorunda kaldılar.

   Her ne kadar söz konusu mağdur olan milyonlarca insan bile olsa, bu konuda kendilerine hiçbir kamu kurumu veya sivil toplum kuruluşu yardımcı olmadığı acı bir gerçektir. İnsanın doğduğu topraklarla, yani vatanı ile bağlarını tamamen koparmak o kadar kolay değil. Doğduğumuz köyler, kasabalar, akrabalar, dostlar ve hatıralar, insan belleğinden silinmiyor işte. Yıllar sonra veya birkaç yılda bir gidenlerin durumu, kendi vatanlarında yabancı gibi hisseden Filistinlilerden hiçbir farkı kalmadı. Ayni şekilde Ürdün veya başka ülke vatandaşı olmuş ,Filistinlilerin yaşadığı bu yabancılık sendromunu ne yazık ki, biz Bulgaristan Türkleri olarak, kendi vatanımızda yaşamaya başladık.

   Genç nesil, ata yadigarı vatanlarına gitmekte ve sahip çıkmakta pek istekli görünmüyor, vatanına sahip çıkmanın manevi görev ve sorumluluk olduğu bilincinde ciddi sıkıntılar görünüyor. Halbuki biz ne vatanımızdan, ne de göz bebeğimiz anavatanımızdan vazgeçmemeliyiz. İkisine de ayni anda sahip çıkmak çok mu zor? Bu koşullarda orası sözde sizin ama aslında değil, kökü topraktan koparılmış ve akıbeti belirsiz bir şekilde su dolu bir kovaya konmuş ağaç gibi hissediyor insan kendini. Bizlerin mal ve mülküne çöreklenen, milli ve manevi değerlerden yoksun, karanlık güçlerin desteklediği başta bir avuç bazı hırsız ve ahlaksız siyasetçilerin ve onların yandaşlarının garip bakışlarının altında, kendi topraklarında bir yabancı gibi dolaşmanın ne olduğunu gelin siz onlara sorun.

   Buna benzer sorulardan  veya birkaç kişinin kişisel çıkarlarından dolayı toplumumuz bölünüyor, halbuki bu insanlar özünde kardeş, ayni geçmişi ve ayni geleceği paylaşmaları kaçınılmaz. Şimdilik bu gidişata dur diyecek bir Allah’ın kulu yok, ne devlet, ne millet ne de başka bir müessese… Bulgaristan Türklerinin yaşadığı bu Filistin sendromuna artık bir dur demek lazım. Olayın özü, “Mal canın yongasıdır” atasözünden çok daha derin manevi anlam taşımaktadır.Zira gitmediğin, gidemediğin, kalamadığın ve sahiplenmediğin yer asla sana ait değildir...

Gülşen AHMETOĞLU,

Ankara

 

 

 

 

Bakmadan Geçme