SUYUN ŞİFRESİNE ÖVGÜ

Kadın öfkeli kulaçlarla denizi dövmeye devam etti. Suyla böylesine dövüşen insanların, deniz dışında kanayan bir hikâyeleri muhakkak olurdu. 'Denizin canını acıtacaksın!' dedi adam. 'Acı mı?.. Acının canı cehenneme!.. Acı adil değil…' dedi kadın. Kadının cevap vermesi, sökülmeye başlamasıdır. Kadın sökülmeye başladığında, artık ne güneşi görürdü, ne denizi, ne martıları, ne de balıkları!.. Yumağına sarılacak bir insan bulamazsa, kendi söküğüne dolanır, zihni arapsaçı olurdu.

 

SUYUN ŞİFRESİNE ÖVGÜ

(Öykü)


 

“Denizin canını acıtacaksın!” dedi adam. Duymazdan geldi kadın... Kadınların geçici sağırlık yaşadığı zamanlar olurdu. O zamanlar kadınların yeryüzünde bulunmadıkları rivayet edilirdi.

Kadın öylesine sert kulaçlar atıyordu ki martılar onun denizi dövdüğünü düşünebilirdi. İç acısının tozunu, halı silkeler gibi denize silkeledi.

Dünya, Mevlevi dervişlerin sükûnetiyle başını eğmiş dönüyor, güneş Palamutbükü’ne ışığını sağıyordu. Sahili dolduran tatilcilerin sesleri, Dostlar Restoran’dan gelen müziğin sesine karıştı.

Yukarı köylerin çocukları, topladıkları bademleri, onların deyimiyle payamları, güneşlenen turistlere satarak para kazanıyorlardı. Bu çocuklar, deniz ve kekik kokan çocuklardı. Ama kendi kokularını duymadıkları için başka kokuların düşlerini görürlerdi rüyalarında. Tatil sezonu dışında sahil kasabalarında nasıl bir yaşam olduğunu bilmeyenler, onların bu düşlerini ilk defa gördükleri bir hayvandan ürker gibi dinlerdi. Yaz aylarında Akdeniz’in mavisine kendini yamayan turistlerin geçici dostluğuna, çocuklar zamanla aldırmamayı öğrendi.

Kadın öfkeli kulaçlarla denizi dövmeye devam etti. Suyla böylesine dövüşen insanların, deniz dışında kanayan bir hikâyeleri muhakkak olurdu. “Denizin canını acıtacaksın!” dedi adam. “Acı mı?.. Acının canı cehenneme!.. Acı adil değil…” dedi kadın. Kadının cevap vermesi, sökülmeye başlamasıdır. Kadın sökülmeye başladığında, artık ne güneşi görürdü, ne denizi, ne martıları, ne de balıkları!.. Yumağına sarılacak bir insan bulamazsa, kendi söküğüne dolanır, zihni arapsaçı olurdu.

Kadınları en çok hangi cümlenin sökebileceğini kimse bilmezdi. Kimse bilmezdi, kadınlar ne zaman ve kime sökülürdü?.. “Adalet dediğimiz şey adil mi?” dedi adam. Kadın sustu, denizi dövmeye devam etti.“O vakit, taşın damarlarında dolaşan toprağa inan!”

Kadın, taşın damarlarında dolaşan toprağı düşündü.

Kısa bir sessizlik geçti kadınla adamın arasından. Adam dayanamadı, yırttı sessizliği. “Benim adım Toprak.” “Benim adım da…” Adam, kadının cümlesini tam orta yerinden bıçakla keser gibi, “Su!.. Su olsa ya senin adın!..”

Burcu’nun adı Palamutbükü’nün masmavi denizinde değişse eğlenceli bir oyun gibi bir süreliğine “Su” olsa ne olurdu?.. Tam da kendinden kaçmaya çalışırken “Su” olmak, belki de bereketin müjdesiydi. Burcu, Toprak’a itaat ederek Su oldu.Kadınla adam dalgaların ılık kucağında uzun uzun konuştular hatta kadının denizi dövmeyi unuttuğu anlarda gülüştüler…Yakın köylerden biri olan Mesudiye’de hediyelik eşya dükkânı vardı Toprak’ın. Adı az önceki tanışmada Su olan Burcu ise ilk defa tek başına tatile çıkma cesareti gösteren bir fabrika işçisiydi. Daha önce bunu yapmaya ne parası, ne cesareti, ne de yaşadığı çevre izin vermişti…

Toprak’ın masmavi gözleri taşarak denize karıştı. Sevdiği şarkıların notalarını serdi Akdeniz’in mavi sularına. Uzun süre bankacılık yapan Toprak, eşinden boşanmasına sebep olan o uğursuz kazadan sonra işini bırakmış, uzun yıllar ihmal ettiği anne babasının yanına, Palamutbükü’ne yerleşmişti. Aile, çocuklarına kapılarını daima açık tutan bir handı. Toprak, eski hanına doğru yürümüş, dönüm noktasının adını “umut” koymuştu.

Denizin içinde yaşanan bu tanışmadan sonra Toprak ve Su arasında deniz sohbetleri başladı… Su, döktü kendini Toprak’a… Toprak sanki yıllardır hasretti Su’ya…Bir hafta boyunca yüzdüler, balıkların da şahit olduğu konuşmalar yaptılar. Toprak denizde yaşıyor gibiydi. Su, cesaretini toplasa “Akşam yemeğini birlikte yiyelim, sabaha kadar konuşalım,” diyecekti. Kadınlık gururu mudur nedir, bir şey engelledi onu.Burcu, üç gün sonra Datça’nın badem gözlü gelini Palamutbükü’nden ayrılacaktı. Ama damakta ve kalpte hoş tatlar bırakan deniz sohbetlerini karaya neden taşımadıklarını bir türlü anlayamamışı. Sahildeki tahta masalara oturup konuşsalar olmaz mıydı?..

Su, o gün Toprak’la buluşmamaya karar verdi. Uzaktan izleyecekti onu. Yüksekçe bir kayaya çıkıp oturdu. Buradan Toprak’ı rahatça izleyebilirdi. Bir sırrı olmalıydı Toprak’ın. Kocaman bir kayanın üzerine oturduktan sonra tuzlu suyun ritmine dalıp gitti. Suyun konuşkan, toprağın ketum olduğunu düşündü. Deniz hareketliydi, toprak durağan. Suyun dönüştüğünü düşündü; yağmura, doluya, buluta…Deniz insanı çevikti, kara insanı hantal. Toprak suya susarsa, su neye susardı?.. Ölünce toprak olunurdu da neden su olunmazdı?.. Suya gömülenlere “su oldu” denmezdi mesela... Suya gömülenler buharlaşıp bulutlara mı yerleşirdi! Dünya’nın yüzde kaçı suyla kaplıysa, insan bedeni de aynı oranda suyla kaplıydı. Sahi, bedenimizin büyük bölümü sudan ibaretse, topraktan çok su sayılmaz mıydı insan?..

Dokuz ay on gün suyla kaplı bir evrende yaşadığımız için mi, tatil deyince aklımıza su gelirdi?.. Bir çeşit su çekimi miydi bu?..Su birdenbire irkildi.

Toprak oradaydı işte!.. Yüzüyordu… Onu beklediği her halinden belliydi. Burcu sabırla Toprak’ı izlemeye devam etti. Toprak yüzdü yüzdü yüzdü… Dikkatlice yüzen insanlara baktı, denize sırt üstü yattı, tekrar yüzdü, arayan gözlerle etrafını süzdü… Burcu’nun gelmeyeceğine emin olduktan sonra denizden çıkmak için sahilin en ıssız kıyısına yöneldi. Kıyıya gelince intihar eden bir yunus balığı gibi pat diye attı kendini kumlara. Sonra kumların üzerine geniş ve derin izler bırakarak sürüne sürüne kumsalın sonuna geldi. Tekerlekli sandalyesine oturdu, sağına soluna baktı ve sessizce uzaklaştı.

Su şaşkındı. Toprak’ın yürüme engelli olduğunu öğrenmek onu şaşırtmıştı. Toprak’ın sırrı buydu demek. Birdenbire bütün tümceler korsanlar tarafından yağmalanan bir sahil kasabası kadar çıplak kaldı…Toprak, denizden çıkınca kendini batan bir gemi gibi hissediyor olmalıydı. Suyun adaletine sığınmıştı demek. Deniz, bedensel engelini sakladığı için onları eşitliyordu. Peki bilmiyor muydu Toprak, dünyadaki en büyük engelin kötü gönüllü insanlar olduğunu?.. Bu yüzden savaşların çıktığını, bu yüzden ölümlerin olduğunu, bu yüzden sevginin can çekiştiğini…Burcu, bir an Toprak ve Su arasında kaldı. Ama sadece bir an. Oturduğu kayanın çatlağında büyümüş bir çiçek gördü. Çiçeği koparıp suya attı. Çiçek dönmedi kıyıya… Tuttu elinden denizin, gitti uzaklara.


Şifreyi hatırladı Burcu. İki Hidrojen bir Oksijen… H2O…Suyun şifresi “Hayırlı Olsun Hayırlı!” dedi Burcu’ya. Sudan sebepler bulmaya gerek yoktu. Su, Toprak’tan yana aktı. Akmak daima buz kesmekten daha hayırlıydı…


Halime YILDIZ,

Bursa 

Bakmadan Geçme