Kabus dolu rüyalar

* Uzun yıllar geçmişti, ülkedeki dikta rejimi değişmişti, her şeyin unutulduğunu sanıyordu ama özgürlüğünün ilk gecesinden beri onun rüyaları hiç değişmedi.* Kasabaya inince, kendini bir kargaşa ve gürültü içinde buldu, kalabalığın içine daldığında, bir ara başında bir sıcaklık hissetti, daha sonra bu sıcaklık elbiselerinin içinde gezinmeye başladı...

Kana bulanmış gözleri, kılıç gibi onu kesip biçmekteydiler, bir yandan dipçiğin kırdığı kemiklerin sesi, diğer yandan başından fışkıran kanın, kendisinin üzerine sıçraması onu çıldırtmaktaydı...
 
Yine vucudundan su gibi akan sıcak terler, kendisini adeta kan revan içinde bırkamıştı ve uyandığında, tekrar tekrar gördüğü aynı rüyayı gördüğünü anladı.
 
Uzun yıllar geçmişti, ülkedeki dikta rejimi değişmişti, her şeyin unutulduğunu sanıyordu; ama özgürlüğünün ilk gecesinden beri onun rüyaları hiç değişmedi, eski kabus dolu rüyaları görmeye devam ediyordu...
 
Gece yarısı bir vakit kalktı, büyük bir bardağa rakı doldurup, onu tek bir seferde içip yeniden yatağına serildi ve uyumaya çalıştı.
 
Mümün, o gün çok mutluydu, annesi ona bol para verip kasabaya göndermişti.
 
"Koçum, bak ne dicem, gızanım, kendine güzel elbiseler ve ayakkabılar al, ha gızanım, eve de bir şeyler al..."
 
Kasabaya inince, kendini bir kargaşa ve gürültü içinde buldu, kalabalığın içine daldığında, bir ara başında bir sıcaklık hissetti, daha sonra bu sıcaklık elbiselerinin içinde gezinmeye başladı...
 
Sanki bir yandan havalanmış uçuyordu, diğer bir yandan ise birileri onun kemiklerini kırıyordu.
 
Uçtu uçtu ve kanatları yorulduğunda derin bir uykuya daldı...
 
Saşo, her gün eriyip bitmekteydi. Tonlarca ilaç içiyordu; ama sonuç aynı; gördüğü rüyalar, gecelerini  korkunç bir kâbusa çeviriyorlardı. Artık bir kalp hastası olmuştu, doktorlar her gün yürüyüş yapmasını tekrar tekrar söylemekteydiler.
 
Öğleden sonraları hijaya kadar gidip geliyordu. Her patikada oturup dinlenirken, gelip geçen ayaşlarla da sohbet ediyordu.  Çok garip ve suskun biriydi, az konuşup daha ziyade dinliyordu ve hiç soru sormuyordu.
 
Geçmişte ki polislik tecrübesinden biliyordu, şimdilerde kendisinin dış görünümü kimsesiz ve zararsız deli bir adamı andırıyordu.
 
Zaten Türklerden kimseye bir zarar gelmezdi...
 
Şems, yine patikada oturuyordu, içkisini içip, bir kartal gibi avını beklemenin zevkini çıkarıyordu.
 
Hava bulutluydu, etraf sessiz ve ıssız, o kadar sakindi ki, sanki ecel el koymuş gibiydi.
 
Saşo, yavaş yavaş yukarıdan indi ve yanına çömeldi, vadide uzanan Mestanlı'ya uzun uzun yüksekten baktı ve Şems'e elini uzattı. 
 
Şems, kendisine karşı elini uzatırken, birden sağa eline bir el bombası sıkıştırıp pimini çekti ve kuzenim Mümün için dedi ve kalkıp arkasına bakmadan yürüdü...
 
Her yanı tutulmuştu, gözleri kararmaya başladı ve yeniden uykuya daldı.
 
Şems, dönüp el bombasını aldı, zaten patlayıcısı yoktu; katilin nabzını kontrol etti, gebermişti...
 
Üzerinden bir yük daha inmişti.
 

Şems

Bakmadan Geçme