PRAG - O ALTIN ŞEHİR

Prag'da Üç Leylek Lokantası'nda buluşurduk. / Şimdi, bir yol kıyısında gözlerim kapalı duruyorum / sen bir ölüm boyu benden uzak...

Kadriye CESUR

________________

 

 “Pırağ’da ağır ağır aydınlanıyor barok:
huzursuz, uzak
ve yaldızlarda kararmış keder.
Pırağ’da Yahudi mezarlığında sessiz ve soluksuz ölüm.
Ah gülüm, ah gülüm
muhacirlik ölümden beter.”

Nazım Hikmet

 

Çekya’nın başkenti Prag’a ayak bastığınız andan itibaren kendinizi tarihin ve sanatın kucağında bulursunuz. Kuşatırlar sizi, ötesi yok!

Elbette, buraya gelmek aklınıza düştüğünde hazırlamış olduğunuz gezi rotası günlerinizi belirleyecektir.

Prag’ı kısa sürede ve kolayca gezmenin yolu doğruca Hradchani’de bulunan Prag Kalesine çıkıp, kaleyi ve bölgeyi (14.yy St.Vitus Katedrali, Mihulta’yı /Barut Kulesi/, Strahov Manastırı, Altın Yol ve Loretta Katedrali) gezdikten sonra aheste aheste, her taşın temaşa hakkını vererek aşağıya- Vıltava Nehri üzerindeki Karl Köprüsüne doğru salınmaktır aslında. Bunun için Nerudova Sokağı olmazsa olmazıdır her turistin. Nerudova Sokağını (cadde mi demeli) ilk çağrışımla benim gibi Şili’li nobelist şairle ilişkilendirenler yanıldıklarını anlayacaklar çok geçmeden zira bu sokak Prag’da Mala Strana’da doğmuş olan Çek gazeteci, yazar ve şair Jan Neruda’nın (1834-1891) adını yaşatmaktadır. Tek ilişik öğe Şili’li şair Pablo Neruda’nın (1904-1973) esas adı olan Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basolto’yü, Jan Neruda’ya duyduğu hayranlığın ifadesi olarak Pablo Neruda olarak değiştirmiş olmasıdır. Dünya da onu böyle tanımıştır, velhasıl...

Ancak ne var ki benim Zlata Praha’dan beklentilerim her zaman Nazım Hikmet’in Prag şiirleriyle tamamlanmıştır diyebilirim. O nedenle ilk günümü Nazım Hikmet- Ran’ın dizelerinden okuduğum ve Prag’da yaygın olarak bilinen şairin adıyla bütünleşen o meşhur iki mekana ayırıyorum öncelikli olarak: evet, Kavarna Slavia ve o hüzünlü Üş Leylek Lokantası’ndan söz ediyorum...

Ne Karl Köprüsü var gözümde, ne de Staromestska’da, sonraki günlerde gördüğüm o eşsiz tarihi zenginlikteki mekanlar. Dolayısıyla ilk işim şehir haritasından Kavarna Slavia’yı bulmak oluyor. Zorlanmadan ulaşıyorum hedefime çünkü Prag’ın metro ve tramvay ağı kusursuz çalışıyor, alabildiğine kolaylıklarla donatılmış, yalın ve kullanışlı.

Kavarna Slavia binasının cadde tarafında “Cafe Slavia 1881” yazısını görüyorum hemen. Bina Art Deko tarzında inşa edilmiş. İçi İstanbul’da İstiklal Caddesi’ndeki Dilek Pastanesi’ni anımsatıyor. Slavia’ya adım atar atmaz Çek klasik müziğinin ustalarından B. Smetana’nın (1824 -1884) ünlü Ma Vlast Moldau (Vltava) ezgileri karşılıyor beni. Bir yandan boş masa için bakınıyor, bir yandan duvarlarda sergilenmiş fotoğraflara göz gezdiriyorum. Müessesenin tarihçesini, sergilenen fotoğraflar karelerinden okumak mümkün. Slavia, yıllar yılı – günümüze dek- Çek entelektüellerinin uğrak yeri olmuş: Rilke, Kafka, Holan, Nezval, Kundera…

Şair Nazım Hikmet de burada Narodni Divadlo’ya (Ulusal Tiyatro) ya da Vıltava Nehrine bakan bir masaya otururmuş. Prag şiirlerini burada yazmış olduğunu aktarıyor bugün edebiyat tarihçileri. Kavarna Slavia, dış görünüm; Belki çok bilinen bir fotoğrafı üstadın ancak onu burada görmek özel bir duygulanım sürecini tetikliyor insanda. Tıpkı şiirlerinin yarattığı türden:

 

“… Pırağ’da bir yandan ağarıyor ortalık
Bir yandan da kar yağıyor
Sulu sepken
Kurşuni Pırağ’da
ağır ağır aydınlanıyor barok;
Huzursuz, uzak
ve yaldızlarında kararmış keder.
Ölen bir yıldızdan uçup gelen kuşlara benziyor.
Dördüncü Şarl Köprüsünde heykeller.”

(31 Kasım 1956)

 

Beklediğimden daha fazla hüzünlenmiyorum Prag’ın Kavarna Slavia’sında. İnsan akıllanıyor mu nedir acaba, giderek yaş aldıkça...

 … Ve işte tablosunun aynı bu Slavia’da olduğunu bildiğim ve merak ettiğim bir absent “meselesi” de var aklımda. Müessesede sergilenen tek yağlı boya tablosu da bu zaten. Diğerleri fotoğraf sanatının eserleri. Gözden kaçması mümkün değil. Ayrıca bizim için önemli. Bu tabloya, yani Çek ressam Victor Oliva’nın “Absent İçen Adam” adlı eserine ilkin yazarımız Nazlı Eray’ın bir yapıtında konu edindiğini anımsıyorum. “Kayıp Gölgeler Kenti” adlı romanında (Everest Yayınları, İstanbul) rastlamıştım ona. Bu adamla birlikte de gezebilirsiniz N. Eray’ın romanındaki altın şehir Prag’ı.

Tercih meselesi, elbet! Yoksa Prag’da biz Türklere ait izler bulmak çok zor. Ben de zıt yönde bir süreci benimsiyorum kendimce, haliyle: edebiyatımızdaki ve bendeki Prag imgesinin izini sürerek gözlemliyorum Prag’ı. Nazım Hikmet’in sözleriyle:

 

“Pırağ şehri yaldızlı bir dumandır
Ve kızıl, kocaman bir elma gibi.”
 

Ancak benim başka bir derdim de var. ”Üç Leylek Lokantası”-na gideceğim, gitmeliyim mutlaka. O nedenle Narodni Divadlo’dan (Ulusal Tiyatro) sonra Vıltava Nehri’nin paraleli caddesi boyunca ilerliyorum, Karl Köprüsünü geçtim (Buna Charles da derler), hatta Nazım Hikmet Şarl der… Ancak köprü çıkışından sağa sapmadan önce (Üç Leylek Lokantası orada) köprüde sergilenen ve tüm heybetiyle boy gösteren heykelleri inceliyorum. “O da ne?” demeye sebep verecek bir heykel ile karşı karşıyayım. Osmanlı’ya karşı, geçmiş dönemde yaşanılan ve yansıtılan korkunun abidesini görüyorsunuz adeta. Önyargıların dorukta olduğu bir dönem olsa gerek. Anıt- tespihli, göbekli, her haliyle olumsuz duygular uyandıran korkunç bir Osmanlı hapishane bekçisini tasvir ediyor. Bildiğiniz gardiyan! Heykel kompozisyonunun üst kısmında görülen üç Hıristiyan aziz ise, zindanda bulunan inanmış Hıristiyanları kurtarmaya yönelmiş vaziyette imgelenmişler. Aslında bu, Osmanlı askeri topyekün bir Osmanlı imajı, dönemine göre. Hepsi bu! Köprüye ayak bastığınız andan başlayarak Staromestska tarafından ilerlediğinizde sola düşen bir heykel. Bakınız, lütfen! Ve de düşünmeli, derim, naçizane…

Neyse ki çok yürümeden köşede ikisinin gagalarını tokuşturmuş olduğu üç leyleği seçmek zor olmuyor. Zaten bugünün Prag’ında hiçbir şey zorluk yaratmıyor insana. Oturup soluklanıyoruz.

Nazım Hikmet, Çek asıllı sevgilisi tiyatro sanatçısı Sonya Danyolova ile burada buluştuklarını yansıtır şiirine:

 

ÜÇ LEYLEK LOKANTASI
 
Prag’da Üç Leylek Lokantası’nda buluşurduk.
Şimdi, bir yol kıyısında gözlerim kapalı duruyorum
sen bir ölüm boyu benden uzak.
Belki Prag’da Üç Leylek Lokantası yok
ben uyduruyorum.
Prag’da Üç Leylek Lokantası’nda buluşurduk.
Söylerdim içimden senin yüzüne bakarak
Türküler türküsünü Süleyman peygamberin.
Prag’da Üç Leylek Lokantası’nda buluşurduk.
Şimdi, bir yol kıyısında gözlerim kapalı duruyorum
Sen bir ölüm boyu benden uzak
Bir kırık aynadasın çarpık çurpuk.
Prag’da Üç Leylek Lokantası’nda buluşurduk.
Ah bacım, vah Sonya Danyolova
Hiçbir şey unutulmuyor ölüler kadar çabuk .

 

Nâzim Hikmet

(26 Nisan 1958, Prag)

 

İşte böyle böyle sevdirir kendini size eski Bohemya diyarı veya özelde günümüzün Prag şehri…

Nazım Hikmet’in dizeleriyle, bir sap ak zambak ve sevdiğiniz bir içecek ile. Zenginleştirir gönlünüzü bu kent, besler duygulanım dünyanızı her türlü…

Prag deyip de Alphonse Mucha’yı (1860-1939) ve çizdiği Art Nouveau kadınlarını atlamak haksızlık olur. Hafif, olağan bir çizimi var Mucha’nın. Panska Caddesi’nde bulunan A.Mucha Müzesine girer girmez o dünyaya yansımış, bir biçimde sabit kılınmış ticari havayı solumakta gecikmiyorsunuz. Viyana Sezessionu’nun en önemli temsilcilerinden olan Gustav Klimt’in (1862-1918) Viyana’da “başına gelenler” bugün Mucha A. Mucha’nın eserlerinden bir çok desen, motif ve temayla, yer yer birebir eserleriyle bezenmiş armağanlık nesnelerin satışa sunulduğunu görebilirsiniz: gözlük kılıfları, bez çantalar, takvimli ve zodyaklı kupalar, şemsiyeler…

İyi de Prag denilince burada doğmuş olan Franz Kafka (1883-1924) gelmez mi akıllara? Gelir elbet ve haliyle biz de Malostranska’daki Kafka Müzesine yöneliyoruz. Dingin, sakin bir yer burası. Franz, yani Kafka her yerde:

“Çevremdeki durgun boşluğa bakmaktansa, kendi içimdeki ikili konuşmayı sürdürebilirim. Benim için iyi olmanın yolu budur ancak.” – diyor. …

Bir çoğumuz için de böyle değil midir?

” Bu iki büklüm olmuş kocakarılarının pençeleri var. İnsan teslim olmak zorunda kalıyor. Onun iki yanını, Vysehrad’ı ve kaleyi yangına vermek isterdim. Belki ancak o zaman ondan kaçmak mümkün olabilirdi.”-diyor Franz Kafka, katılmayabilirsiniz, ayrı mesele!

Yorumlar 1
Cevat Çırak 24 Ekim 2022 01:20

Hep aklımda olan fakat bir türlü ayak basamadığım şehirde sayenizde gezme fırsatı bulmuş oldum. Öyle guzel tasvir etmissiniz ki , sanki o büyulü tılsımlı sehri Nazım Hikmet siz ve ben birlikte ziyaret etnis olduk. Nazım ustaya selamlar ediyorum. Teşekkürler Kadriye Cesur.

Bakmadan Geçme