Yaşanmış gerçek bir hadise...
---------------------------------------
1958 yılından öncesi, köyümüze henüz tarım kooperatifi kurulmamıştı.
Herkes, kendi tarlasını ekip biçiyor, ailesinin geçimini bu şekilde sağlamaya çalışıyordu.
O yıllarda, çiftçinin ürettiği buğdayın yarısını devlet vergi olarak alıyor, çiftçinin elinde ne kalırsa, ondan kış hazırlıkları yapılıyordu.
Her son baharda ailenin nüfusuna göre, kışı geçirmek için un öğürtülüyordu.
1957 yılının sonbaharı gelmiş, köy halkı kış hazırlıklarına başlamış; fakat yaz çok kurak geçtiği için köyümüzün Damderesi mevkiinde değirmenleri çalıştıracak kadar su yoktur.
Hal böyle olunca,köy halkı un öğürtmek için ya Pirece ya Bekçi köyüne gidiyordu; çünkü bu iki köyde de motorlu değirmen vardı.
Köyümüzden iki komşu aile değirmene gitmek için karar alırlar ve Bekçi köyü değirmenini tercih ederler.
Bu iki komşu Ömer Macaroğlu ( Pateş) ve Ahmet Dayıpoğlu'dur. İki komşu, aralık ayının güneşli bir gününde, Bekçi köyünün yolunu tutarlar.
Öğle vakti değirmene varırlar;ama büyük müşteri kalabalığı vardır. Onlar da kuyruğa girer; fakat kendilerine sıranın gelmesi için tam iki gün beklerler ve nihayet buğdaylarını öğütürler.
Sabahın erken saatlerinde, unları hazır olur ve dolu çuvalları arabalara taşımakta birbirine yardım ederler ve sabahın geç saatlerinde, köye doğru hareket ederler.
Değirmenden ayrıldıktan kısa bir süre sonra, tek tük kar atıştırmaya başlar ve az bir zamanda çevreleri bembeyaz bir örtüye kaplanır.
İki arkadaş, "İnşallah, çok yağmaz!" diyerek kendilerini teselli etmeye çalışırlar; fakat kar yağışı gittikçe hızını arttırır, sert esen bora fırtına önlerini görmelerine engel olmaya başlar.
Durulca deresini geçtiklerinde, kar, olanca gücüyle dökülmeye devam ediyor ve diz boyuna yaklaşıyor. Öküzler arabaları çekmekte zorlanmaya başlıyorlar.
Büyüktepe ormanı ortalarına geldiklerinde, kar iyice derinleşiyor ve arabaları orada bırakmak zorunda kalıyorlar. Öküzleri salıp onların izlerinden yola devam ediyorlar.
Karabağlık semtine geldiklerinde, soğuk ve yağışlı kış korkutucu bir hale geliyor, bir yandan da hava kararmaya başlıyor.
Bu durumu gören Ahmet aga, Ömer agaya dönerek, "Biz. bu dolambaçlı yoldan gidersek köye varamayız. Gel şu kestirmeden Çukurtarla doruğunu aşalım ve belki köye daha kolay ulaşabiliriz!" demiş olsa da, Ömer aga, onun bu teklifine uymaz.
"Sen git kestirmedeni ben öküzlerimi bırakamam!" der ve öküzün kuyruğuna tutunarak yola devam eder.
Ahmet aga, Ömer'i ikna edemeyince, tek başına kestirmeden yola devam eder ve düşe kalka, derin kara bata çıka, yatsı ezanında evine ulaşır.
Onun ilk işi, Ömer aganın ailesine haber göndermek olur, kendisinin yolda olduğunu ve gidip karşılanması gerektiğini söyler.
Ömer aganın ailesi, hemen yakınlarına haber verir ve yardım talep ederler.
Yakınlarından Hüseyin Ömer, Mehmet Kadir, Muhammet Murat, Muharrem Selim ve Cemal Keleş, kışlık yağmurluklarını giyinirler ve cep fenerlerini alarak hiç zaman kaybetmeden o fırtınalı soğuk gecede Ballıca istikametine doğru yola çıkarlar.
Ömer agayı, köye iki kilometre uzakta, yolun kenarında bir ağacın gövdesine arkasını dayamış, ölümle kalım arasında varıp gelirken imdadına yetişirler.
Soğukta donmak üzere olan adamı, sırtına alıp, yağmurluğun eteklerini arkadan üzerine çekip, sıra ile taşıyarak evine getirirler.
Kış gününde, herkes evinde kapalı olduğu için, bundan diğer komşuların haberi olmaz.
Yoğun kar yağışı, bazı yerlerde iki metreyi bulmuştu, köşeyi bucağı doldurduktan sonra sabaha karşı durmuştu.
Sabah olunca herkes yol açma derdine düşmüştü. Ben de avlu içinde babama yardım ediyordum.
Bir ara köyün kehyası Keleş Ahmet dayı bir duyuru yayınlamaya başladı.
"Herkes kürekleri alsın ve alana çıksın, Ballıca yolu açılacak. Pateş Ömer aganın ve Dayıp Ahmet aganın öküzleri yolda kalmışlar, onlar eve getirilecekler." diye seslendi.
Babam, "Sen yavaş yavaş devam et oğlum, ben gideyim" dedi.
Ben ise "Baba, ben de gitmek istiyorum, ne olmuş ne gitmiş görmek istiyorum." deyince, "Hadi gel o zaman!" dedi.
Kürekler zaten elimizdeydi, alana çıktığımızda öküzleri bindirmek için iki kızak hazırlanmıştı; fakat koşulu hayvan filan yoktu.
Ömer aganın öküzlerinin yerini, o gece onu getirenler biliyordu; fakat Ahmet aganın öküzlerinin yerini, Ömer agadan başka bilen yoktu, kendisine sormaya gittiklerinde, zor da olsa biri ilerde,diğeri de geride olduğu anlaşılmıştı.
Bu gelen haberden sonra işe koyulduk, ileriden yol açılıyor, geriden kızaklar kalabalık tarafından kimi çekiliyor, kimi itiliyor, olay yerine bir an önce ulaşılmaya çalışılıyordu.
Bir ara ileriden dana sesi geldi, orayı vardığımızda acı ve üzücü olayı gördük. Ömer aganın da dediği gibi, genç dana, öküzlerden 30 adım kadar ileriden gidiyormuş, önündeki çalıların üzeri dümdüz kar olduğundan ve yolun darlığından yoldan çıkmış ve çalıların arasına düşmüştü. Bu esnasında dananın sol gözüne uzun bir dikme saplanmış ve acı çeke çeke can vermişti.
Ben, bu acı olaya çok üzülmüştüm, üzerinden 67 yıl geçmesine rağmen, hala gözümün önünden gitmemektedir.
Ömer aganın öküzlerine gelince, yanlarına vardığımızda sadece boynuz uçları görünüyordu, üzerlerindeki kalın kar tabakası temizlendi, yarı ölü yarı diri bir şekilde kızaklara bindirilip köye götürüldüler.
Ahmet aganın diğer öküzü, daha gerilerde bir siper yere sığınmış, orada ayakta olarak bulunmuştu.
Bu acı kış felaketini, Ahmet aga, daha tez atlatmıştı.
Ömer aga ise çok acılar çekti, iki elinin soğuktan donan parmakları döküldü...
Mehmet Uzun