Ne umduk ne bulduk
'Biz sizden ve sizden daha yaşlı nesillerden hiç bir şey beklemiyoruz. Siz, aldığınız ruhsal ve bedensel travmalar sonucu, bu dünyadan ayrılacaksınız. Sizin yerinize yeni nesiller gelecek. İşte bu yeni yetişen nesilleri biz öyle yetiştireceğiz ki, onlar hiçbir zaman onlara giydirdiğimiz Bulgarlık gömleğini çıkarmak istemeyecekler...'
Son zamanlarda her gün feysten onlarca arkadaşlık teklifi alıyorum.
Bunların önemli bir kısmının Bulgar isimli insanların olması çok dikkatimi çekti.
Bu kadar fazla Bulgar tarafından takip edilir olmak, belki de, gurur verici olabilirdi.
Ancak derin bir araştırma sonucu, beni şoke eden bir sonuç ortaya çıktı.
Bana arkadaşlık teklifinde bulunanların ekseriyeti, Bulgar ismi taşıyan Türklerdi...
Bu durum üzerine düşünürken yaşamış olduğum bir olay gözlerimin önünde yeniden canlandı.
1986 yılının kış aylarıydı.
Belene cehennem adasında baskı, şiddet, terör ve ağır yaşam şartları had safhadaydı.
Her ay, bu cehenneme bizleri gönderen DS elebaşları, nabız yoklamak, daha doğrusu canına tak deyip teslim olmak isteyenleri tespit etmek amacıyla adaya geliyorlardı.
Hiç unutmam, bu amaçla bizim ilimizden DS elebaşlarından Kazakov ve bir elemanı gelmişlerdi.
Bendenizi huzura çağırmışlardı. Bana birkaç soru yönelttikten sonra ve benim teslim olmaya asla niyetimin olmadığını anladıktan sonra şöyle demişti:
"Biz sizden ve sizden daha yaşlı nesillerden hiç bir şey beklemiyoruz. Siz, aldığınız ruhsal ve bedensel travmalar sonucu, bu dünyadan ayrılacaksınız. Sizin yerinize yeni nesiller gelecek. İşte bu yeni yetişen nesilleri biz öyle yetiştreceğiz ki, onlar hiçbir zaman onlara giydirdiğimiz Bulgarlık gömleğini çıkarmak istemeyecekler..."
O an kendi kendime, bu adam rüya görüyor, hayal görüyor demiştim.
Oysa hayal görenler bizler imişiz. Düşünebiliyor musunuz, bugün, 1984-1989 yılları arasında yaşanan o vahşeti, sadece Türk olduğumuz için bize yaşatılan acıları, insanlarımızın önemli bir bölümünün hiç umurunda bile değil...
Bu günkü durum tamamen bunu kanıtlıyor. Ne yazık ki, gelmiş olduğumuz nokta hiç iç açıcı değil.
Mesela, aileler çocuklarının ana dilde yazmayı ve okumayı öğrenememelerini hiç dert etmiyorlar...
Dört yıl önce, Tuna boyunda (Rusçuk ili) bazı Türk köylerini ziyaret etmiştim.
Ailelerin çoğunda anne babaların, çocuklarıyla ve kendi aralarında sadece Bulgarca konuştuklarına şahit olmuştum.
Geçenlerde bir yazıyı hem Türkçe, hem de Bulgarca olarak paylaşmıştım.
Türkçe olanı, bir günde 11, Bulgarcasını ise 296 gören ve "tıklayan" olmuştu.
Bu tür üzücü örnekler çoğaltılabilir.
Her geçen yılla, durum daha da vahim hal alıyor.
Bizim insanlarımızın, kendi Türklüğünden ve manevi değerlerinden hızla uzaklaştıkları, artık herkesin malumudur.
Buna kim veya kimler dur diyebilir?
Her şeyden önce yasal bazı önlemler alınmalıdır.
Türkçemiz, mutlaka, ama mutlaka, 1973 yılına kadar olduğu gibi, zorunlu dersler arasına alınmalıdır.
Bir hafta sonra Bulgaristan'da genel seçimler var.
Seçimlere giderken soydaşlarımızın oylarına talip olan çok siyasi parti var.
Ancak bunlardan hiç birisi Türk kardeşlerimizin ayaklar altına alınan azınlık hakları konusunda tek bir kelime söylemiyor...
İnsan, ister istemez kendine şu soruyu soruyor:
"Acaba, bütün siyasi partiler arasında Türk azınlığının, zamana yayarak yok etme anlaşması mı var?"
Böyle olmasaydı, Zorla Bulgarlaştırma Süreci'nin mimarları hiç bir ceza almadan kurtulabilirler midi?
Türkiye ile Bulgaristan arasında, Türkiye'deki göçmenlerle, Bulgarstan'daki Türkler arasında güya köprü görevi yaptıklarını iddia eden göçmen dernekleri, acaba bu konuların çözümü için neler yapıyorlar?
Bu günlerde, Bulgaristan'dan bol bol misafir karşılıyorlar.
Yukarda üzerinde durduğumuz konular hiç gündeme geldi mi?
Bulgaristan, bir avuç Bulgarın bulunduğu ülkelerde, kendilerine azınlık statüsü verilmesini sağladı.
Büyük bir etnik Türk topluluğu bulunan Bulgaristan, buna katiyen yanaşmıyor.
Neden, acaba?
Ahmet Yılmaz