MÜDÜR YOLDAŞIN ÇOBANLIĞI

   Haziran 1989. Bulgaristan Türkü, canını dişine takmış, kendini Türkiye'ye atmak için koşturduğu günler. Köylerde tarım ve hayvancılık tamamen kendi kaderine terk edilmiş. Ne tarlaya giden kalmış ne de hayvancılıkta çalışan. Devlet bakmış ki bunca servet heba olacak, devreye giriyor ve kentlerde çalışan fabrika işçilerini köylere gönderiyor. Geç de olsa, o günlerde bir sürü talihsizliğin yaşandığını duymuştuk.

MÜDÜR YOLDAŞIN ÇOBANLIĞI


   Haziran 1989. Bulgaristan Türkü, canını dişine takmış, kendini Türkiye’ye atmak için koşturduğu günler. Köylerde tarım ve hayvancılık tamamen kendi kaderine terk edilmiş. Ne tarlaya giden kalmış ne de hayvancılıkta çalışan. Devlet bakmış ki bunca servet heba olacak, devreye giriyor ve kentlerde çalışan fabrika işçilerini köylere gönderiyor. Geç de olsa, o günlerde bir sürü talihsizliğin yaşandığını duymuştuk.

   Bir fabrikanın çalışanları, idari personel de dahil, bir otobüse doluşarak, günün kuşluk vaktinde bir köyün kooperatif işletmesi önünde iniyorlar. Müdür Yoldaş, tez elden iş paylaşımını yapıyor ve herkes işinin başına gidiyor. Adam uyanık tabi, duymuş koyunların saat on birle on altı arasında otlamayıp gölgede yatıştıklarını, o işi kendine saklıyor. Eline bir sopa tutuşturduğu sekreterini arkasına takarak, doğru koyun fermasına gidiyor. Günlerdir aç ve susuz bırakılan zavallı koyunlar, karşı yakada parlayan göl suyuna bakarak gün saymış. Müdür Yoldaşla sekreter kızı görünce, sevinçten bağırıp çağırmaya başlamışlar. Başına hasır şapka, gözlerine de güneş gözlüklerini takan müdür, arkasında pinekleyen sekreter kıza talimat veriyor:

  - Ben ağılın kapısını açacağım, sen de çıkan koyunları şu karşıki ağaçların altına yönlendireceksin.

  Kapıyı aralar aralamaz, susuzluktan can çekişen koyunların hücum edince, Müdür Yoldaş tökezleyerek koyun sürüsünün altında kalıyor. Çaresiz kendi dilinde bağırıp çağırmaya başlıyor:

-Stoy, stoy! Stoyte be hayvani s hayvani!

   Koyun sayasının yan çaprazında kaz otlatan yaşlı bir dedecik o saat kavramış durumu. Ellerini havaya kaldırarak uyarıda bulunmaya hazırlanırken, son anda vazgeçiyor müdahale etmekten. Müdür Yoldaş gibilerin karşısında, daima aşağılanmış hissetmek zorunda bırakıldığı günler gelmiş aklına. Aklınca, işi ağırdan alarak,Müdür Yoldaşın koyunlar tarafından hırpalanmasını seyredecek. Ama gene duramıyor ve yüksek sesle haykırıyor:

   - Onnarın Bulgaa göödüü yok ba bileezeer, Tüükçe konuş onnaala Tüükçee!

   İhtiyarın uzattığı can simidi Müdür Yoldaş’a mehlem gibi geliyor. İki elini birden havaya kaldırarak:

    - Duuur, duuur! Diye haykırmaya başlayınca, sürü anında ikiye ayrılmış ve Müdür Yoldaşın etrafından dolanarak kendilerini göle atmışlar.

    Olayı, ufak tefek sıyrıklarla atlatan Müdür Yoldaş, karşısında gerdan kırarak hayıflanan sekreter kıza dönerek şöyle demiş:

   - Hayvan bakmak bize göre iş değil, daha şimdiden yarın için kendimize masa başı bir iş ayarlamalıyız.


Fehim KERVANCI

Bakmadan Geçme