MEMLEKETE GİDİP GELDİM...

Deniz köşkündeki görüşme hiç gönül açıcı geçmemiş. Ahmet Doğan, aynı gece, denizden çıkan bir büyük yılanın köşk kapısından içeriye girdiğini görmüş. Kitapları açıp bakmış ama bu olayı bir türlü çözememiş.

 

MEMLEKETE GİDİP GELDİM...

Yoldayım. Araba sürüyorum. Ata göbeğimin kesildiği Varna’nın Halaçlı (Drındar) köyündeydim. Bizim oraların baharını, yakınlarımı ve köydeşlerimi kucakladım. İman ettik, köydeşlerimizle iftar açtık beraberce. Unutulmaz anlar.

Ekinler başakta! Esintilerle kanatlanan yeşil deniz dalgalanıyor. Bir farkla, köpüklerin tavşan kulakları kırmızı gelincikler. Gelincik diyarı memleketim. Yeşil üstünde sarı çok yakışır, yeşillikler alemindeki kırmızı hala kızlığını koruyor…

Karadeniz’e çıktım, bir süre dalgaların kovalamasını seyrettikten sonra, öğle sularında Varna’dan ayrıldım. Bu yıl, atavatanımda bereket yılı. Kestaneler açmış, lamba şişesi biçiminde çiçekler bulutlara selam gönderiyor, rahmet yağmurlarına el sallıyor. Ziyaretimin yoğun etkisini belleğime yerleştirirken, yoğun etkiden kurtulabileyim diye, yerli müzik dinliyorum.

Ben Varna yöresinde iken, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) elit kadrosu da adamlık elbiseleriyle Deliorman, Gerlova ve Koca Balkan turu yaptı.

1989 Mayıs Ayaklanmamızın 30. yıl dönümünü anarken, kanı hala yerde kalan şehitlerimizin mezarları başında dualar okundu. Kahramanlarımızın can verdiği dava, henüz muradına ulaşmasa da, hak ettikleri hoşnutluğumuz yerini bulur temennilerimizle çiçek ve çelenkler kondu. Mevlitler kalabalıktı. Şeker ve şerbet dağıtıldı. İftar sofraları doluydu.

İftardan önce yapılan konuşmalarda, 30 yıl önce kurduğumuz partiye geçen yıl Başkan atanan Mustafa Karadayı, özellikle Varna / Dilgopol Belediyesi, Medovets (Sarı Kovanlık) köylülerine bol keseden yeni vaatler savurdu.

72 bin kahramanın bir yumruk halinde, yine bir Ramazan günü başlayan, Bulgar tarihinin en büyük ayaklanmasını analiz etmekten çekinen Karadayı, mağdurların, sürgünlerin, hapislerde kalanların, “Belene” kahramanlarının sözünü etmedi.

Bizim sadece ve yalnız “haklarımız” ve “özgürlüklerimiz” için direnenlerin tam olarak ne istediklerine de değinmedi.

30 yıllık bir bekleme sürecinde hem haklarımızın, hem de özgürlüklerimizin unutturulmaya çalışıldığını, kudurmuş aşırı milliyetçi güçlerin, insan haklarımıza, azınlık haklarımıza, ana dilimize (Kendisi de cezadan korktuğu için Bulgarca konuştu), edebiyat, sanat, kültür ve medeniyetimize karşı saldırıların devam ettiğini, sindirme ve korkutma amaçlı, bizi Türkiye'mizden koparma niyetli mitinglerin, bu Ramazanda da Burgaz ve Sofya Türkiye diplomatik temsilcilikleri önünde devam ettiğini belirtmedi, kınamadı ve protesto etmedi.

Karadayı, öyle yüksek sesle, hatta, bağra bağra konuştu ki, kayıt aracı bile dayanamayıp arızalandı ve sözleri, boş vaatleri ve umut yansıması iki dere arasında kaldı...

Karadayı, beraberinde köy köy gezdirip, halka tanıtarak, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy istediği AP milletvekilleri adaylarının Brüksel’e ne misyonla gittiklerini de söyleyemedi. 126 partiden milletvekillerinin toplanacağı Brüksel parlamentosuna, anlaşılan bu defa da bir “ulusal misyonla” gidilmeyecek.

Ülkemizin 265 belediyesinin her birinde, bu hafta birkaç toplantı yapıldı. Yemekli yemeksiz, bu toplantılarda konuşanlar “Milli menfaatlerimizi savunmak öncelikli ödevim olacak” dediler. “Bulgaristan milli menfaatleri” bizim hepimizin her şeyimizdir. Karadeniz’imizdeki balıkları yaşatmak bile milli menfaatimizin bir parçasıdır.

Şu memlekette, her çocuğun sağlıklı doğması, aç kalmaması, okula kitap defterle gitmesi, bütün ailelerin refah içinde yaşaması, işsiz genç, ilaçsız hasta, emekli maaşı alamayan ihtiyarım kalmaması hepimizin milli menfaatimizdir.

Aynı milli menfaati Çingenenin Çingene dilinde, Türkün Türkçe, Makedon vatandaşın Makedonca v.b. ifade etmesi ve savunması, hatta uğruna mücadele katılması hakkıdır.

Bu haklar uğrundaki savaşımın her adımında muzaffer olmak ise özgürlüğümüzün ilhamı ve kanatlarıdır. Bu anadilde okumamızdan başlayıp, anadilimizde ibadet etmekten, tarihimizi öğrenme ve kültürümüzü savunarak, geliştirme özgürlüğüne kadar her şeyimizi kapsar.

Temeleri, 1984’te silahlı saldırı biçiminde şiddetlenen zulme karşı açık ve gizli savaşımda atılan Hak ve Özgürlük Davamızın ana ilkelerinin başında birlik ve beraberlik, sadakat ve her an feda olmaya yeminli bulunmamız gelmiştir.

Yıl dönümünü kutladığımız şerefli ayaklanma ve isyanımız, iktidar, partiler ve sosyal güçler tarafından bugün de küçümseniyor.

Türklerin, hiç bir toplumsal isteğini yerine getirmedik diye bayram edenler var.

Dünya görüşümüzü, yaşam tarzımızı ve halk kültürümüzü yaşatma, geleneklerimizi ve törelerimizi yeni kuşağa devretme konularında, ayak direten ve ödün vermeyen amansız bir baskı altında olmaya devam ediyoruz. Saldırı güçlerinin başında, DPS tarafından desteklenen devlet geliyor. DPS, hak ve özgürlüklerimizin resmen tanınması konusunda ikicikli oynuyor. “F-16” anlaşmasına destek vermeseydi, bu iş çözülürdü. Daire, konuk köşkü ve saray parası çalanların cezalandırılmasını istese, problemlerimiz yine çözülür. Fakat, nerede? DPS yönetimi de boğazına kadar aynı bataklığa dalmış durumdadır... Milletvekilleri, mitinglere neden gelmiyorlar? Çünkü halkımızın gözüne bakacak durumları kalmadı. Her konuda bizi ezen Bulgaristan devletinden yana konum alıyor. Karadayı, bu ihanetin içinde olduğunu itiraf edemiyor. 1984-1989 zulüm yıllarında, üzerimize tanklarla saldıranlar, bugün yine birbirlerini tutuyor, bizi ezerek ve eritip asimile etmeye yeminli olduklarını gizlemiyorlar.

Karadayı’nın, Burgaz iline bağlı en büyük Türk belediyesi olan Ruen (Ulanlı - Ulan Beyliği) köyü mitinginde, 30 yıldan sonra DPS partisinin Avrupa Parlamentosu’ndaki çok dillilik ve çok kültürlülük ilkesi esasında, “Türk dilimizin okullarda mutlaka okutulacağına” söz vererek, hazır bulunanların gözüne gül suyu serpmesi dikkati çekti. Yaşlı bir bayan, Karadayı’ya el atarak, kulağına “Gülüm, yapamayacağın işleri söyleme, millet umutlanıyor ve sonra üzülüyor!” deyince, mitinge ton verdi. Bundan sadece 2 ay öncesi, Razgrad'ta İlhan Küçük; “Okullarda Türkçe derslerinin zorunlu olmasını unutun, benden bunu istemeyin!” demişti. Ne oldu da birden bire plak değişti, anlamak zor...

Ne var ki, 26 Mayıs seçimlerine 4 gün kala, bazı gerçekler anlaşıldı. Memleketi kandırma gezilerine, 17 kişilik AP milletvekili adayı ekibiyle çıkan DPS yönetimi döküldü, artık 9 kişi kaldılar. Ruen'den sonra, Burgaz kenarındaki deniz köşkünde, “fahri başkanı” görmeye giden heyete 5 kişi katılmadı. Bunların arasından birisi çıkıp; “Siz kürsüden gönlü kırılanlardan özür dilerken, kimi kastettiniz, ekmek teknesi yok edilen tütüncüleri mi, partiden atılanları mı, yoksa son seçimde partiden uzaklaşan 200 000 seçmeni mi, yoksa Türkiye’ye ve Batı Avrupa ülkelerine giden gurbetçilerimizi mi?” sorusunu sormadı...

Deniz köşkündeki görüşme hiç gönül açıcı geçmemiş. Ahmet Doğan, aynı gece, denizden çıkan bir büyük yılanın köşk kapısından içeriye girdiğini görmüş. Kitapları açıp bakmış ama bu olayı bir türlü çözememiş.

Romanya’da Alinka Malinka adlı bir yılan rüyasına bakan kadın varmış. O da, “Bu yeni bir kehanet olabilir, gelsin gözünün içine bakmalıyım” demiş. Bahtı kara Doğan ise bir türlü kafesten çıkamıyor, sıkışmış kalmış…

Karadayı'nın palavracı ekibi, daha sonra Mestanlı'ya geçti. Radyodan dinlediğim demecinde, başkan zangır zangır bağırıyodu;" Yanlış yaptıksa, özür dileriz. Biz size küs değiliz. Hepinizi af ettik.” Bu sözlerini alkışlayan olmadı. Halkımız suskun ve sabırlı davrandı.Radyodan anlayabildiğim kadarıyla, bütün muhtarlar, imamlar, belediye başkanları, meclis üyeleri, ve DPS’den maaş olan herkes Mestanlı'daydı. Halk yoktu. Halk, herhalde, Cebel'deki geleneksel 19 Mayıs kutlamalarına gitmişti...

Bulgaristan izlenimlerimi noktalarken, memlekette seçim rüzgarları esiyor ama bize rahmet getireceğine hiç inanmıyorum.

Şakir ARSLANTAŞ

Bakmadan Geçme