MASALIMSI GERÇEKLER

Sabahları martıların kaygısız çığlıklarıyla uyanan, kâh durgun, kâh azgın dalgalar üstüne güneşi ansızın doğan bir deniz şehrini mesken tutmuştu şair Recep Küpçü. Şahsının bilenmiş tutkuları gereği, şair mizacına en uygun, evrensel güzellikleri, özgürlükleri bağrına yâr etmiş, mutluluklara yelkenler açan bir deniz şehri olmalıydı Burgaz.

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

MASALIMSI GERÇEKLER

Sabahları martıların kaygısız çığlıklarıyla uyanan, kâh durgun, kâh azgın dalgalar üstüne güneşi ansızın doğan bir deniz şehrini mesken tutmuştu şair Recep Küpçü. Şahsının bilenmiş tutkuları gereği, şair mizacına en uygun, evrensel güzellikleri, özgürlükleri bağrına yâr etmiş, mutluluklara yelkenler açan bir deniz şehri olmalıydı Burgaz. Lakin ne yazık, ne yazık ki;

"Mademki limanına demir atmışım bir şehrin

O şehir güzel olmasın olamaz,

Güzeldir.

Burgaz şehri güzel değil mi yoksa?

Yalnız bir kusuru var

Limana yakın bir camisi varmış minareli

İşte onu yıkmışlar."

Diğer türlü Burgaz güzel şehirdir.

Şu veya o ne diyecekmiş

Bilir misiniz ben ne kadar ilgilendirir?"

diyor şair "Düşündüklerim de Özgürlük, Duygularımda Güzelliği Savunma Yeteneği" adlı şiirinde.

Yıkılan cami değil. Cami, sadece özgün bir simge, ustaca oturtulmuş şiirin evrensel yuvasına. Yıkılan ümitler, özlemler, yaşam bin bir boyutuyla. Yakıp yıkılıp yok edilmek istenilen Balkanlar'da Türk varlığıdır.

Daha çok ötelerden, batı Hristiyan devletlerin Osmanlı'ya karşı Kutsal İttifakı ile başlayan İslâm ve Türk düşmanlığı, o gün bu gün aynı inat, aynı yöntemlerle Balkanlar'daki Türk varlığını silme hamlesidir...

Bal ve kan sözcüklerinin bir iyi niyet ihtimali bir arada oluşu güzel de, zaman yelkovanın ibresi yine kinden, kandan yana ve şair Recep Küpçü, vicdanının duyarlı sesiyle, sanatkâr kimliğiyle, bu ırkçı, şoven girişimlere karşı var sesiyle haykırmakta, mücadeleye davet etmektedir:

"Şiir elimde silâh

Savaş başlıyor: Bismilâh!"

- Neyim Var" şiirinden -

Bal ve kan sözcüklerinden oluşan Balkanlar'da eylemler bal değil, kan, yine kan, yine savaş. Neyin savaşı? Hangi savaş? Şairin dediği gibi elde insanlığı yitirmemek adına, yaşam adına, güzellik adına, insanlık adına Bulgar Komünist Partisi'nin Todor Jivkov yönetiminde başlattığı birtakım ırkçı, şövenist uygulamalara karşı verilecek bir savaş...

O dönem, yani 1960 yılları ve sonrası, şair Recep Küpçü'nün özgün yaratıcılığının doruk noktalarıydı ve şair bu uygulamalara karşıydı...Neydi o uygulamalar?

Sözgelimi Türk öğrencilerine kaliteli bir eğitim verme bahanesiyle, müstakil Türk okulları kapatılıp, Bulgar okullarıyla birleştirildi; gericilik bahanesiyle Türk anane ve dini geleneklerin uygulama alanları daraltıldı veya kısmen yasaklandı; camilerin Cuma günleri hariç ibadete kapıları kapatıldı; ilkokullarda ilk önce, Bulgar okullarıyla birleşmeden sonra, haftalık 4 saat mecburi Türkçe eğitim devam ederken, birdenbire kaldırıldı... Daha ileri ki bir zamanda "soya dönüş" safsatası ile vahşi bir soykırım zeminin köşe taşları tek tek döşeniyor ve şair bu uygulamalara karşı şiirini silah olarak görüyordu.

Recep Küpçü, yaratıcılık ve özel hayatında saygın, onurlu, cesur duruşuyla bizlere, ardından gelen Türk aydınlarına bir kahramanlık örneğiydi o günler ve bu nedenle sosyalist rejimin hasımı gibi damgalandı... Milliyetçi ve karşı devrimcidir denildi... Rejim aleyhtarı gibi gösterilip, bin bir eza ve mahrumiyete maruz kalarak, mağduriyetlere terke dilip, yaratıcılığının en verimli, en olgun çağında, adı vatan haine çıkartılarak, kırk yaşlarında alçakça ölümüne gidildi... Oysa her yönüyle, eksiği artısıyla, doğduğu köyünün havasına, suyuna aşina yüreğini şu dizlere koyan şair nasıl bir vatan haini olabilirdi:

"Yaktı yine burnumu köyümün burcu burcu kokusu

Bizim ev

Bizim sokak

Köpük köpük kaynayan kıvram dolan akan Gürsu."

-Yine Köyüm Üstüne" şiirinden -

1960/1970 yılları arasında, "Ötesi Var" ve "Ötesi Düş Değil" şiir kitapları yayınlanmıştı ve şiir sever okurlar tarafından sıcak bir ilgiyle karşılanmış, edebiyat muhabbetlerinin konusu olmuştu...

Şiirlerde konu zenginliği, patetik anlatış tarzı, içtenlik ve samimiyet hakimdi. Hele hele günün resmi edebiyat akımı" sosyalist gerçekçiliğe" aykırı bir duruşla adeta meydan okurcasına, gerçekleri tozpembe değil, övgülü abartmalardan arık, bütün çıplaklığı ile dile getiriyordu. Resmi bayramlarda caddelerde, göğüsleri hamleci nişanlarıyla süslü, nümayiş edenleri, çağdaş bir esir pazarı insanlarını andırdığını, o "cennet" dedikleri, dillere destan sosyalizmin bir "angarya sosyalizmden" ibaret, bir totaliter rejimden başka bir şey olmadığını anlatıyordu. Belki bunun için rejimin sadık bekçileri ve koruyucularının örümcek ağı beyinlerinde kuşkular oluşuyor: "Aceb, Recep Küpçü'nün şu "Ötesi Var", Ötesi Düş Değil" dediği kapitalist Türkiye'mi ?" gibi bir dalkavukluk ve kıskançlık abidesi sorular oluşuyor, gazete ve dergilerde aleyhine eleştiriler yazılıyordu.

"HASBİHAL" başlıklı şiirindeki, "Hadi dost bildiklerim/yürüyelim." mısraları şöyle eleştiriliyordu:

"Bizi nereye götürmek istiyorsun, Recep Küpçü? Söylesene! Bilirsek erk bildiğin ufukları, biz geliriz seninle. Sonra sen kimsin? Hangi toplumsal gücün sembolüsün?"

Şair, sen kimsin sorularını yine şiiriyle şöyle yanıtlıyordu;

"Velev ki garip bir Türk ozanıyım,

Burgaz kentinde yaşayan,

ama ben bir insanım,

tüm evreni

gönlünde taşıyan..."

veya:

"İşte ben böyle çocuksuyum,

boyanmayan suyum.

Şair kalmanın en güç yönü burası,

Gönlümde dünyayı kucaklamak sevdası,

Ne yazık yaşadığım çağda kiminin gözünde

gerçek sanat etmez para pul

müzevirler şairlerden daha makbul;

ama müzevir anıtı yoktur yeryüzünde!"

Şairin bu insani haykırışı rejimin o resmi ideolojisi tarafından reva görmedi, göremezdi de...

Kısacık ömrü maddi sıkıntılar içinde geçti, susturuldu, sindirildi ve Recep Küpçü'den, Recep'ten, Ereccep'ten, Ereceb’imizden "Düşündüklerim de Özgürlük, Duygularımda Güzelliği Savunma Yeteneği" gibi ölümsüz şiirler yadigar kaldı nesillere...

Şiirinde konu ettiği insanların bir esir pazarının insanları gerçekliğini, o "gelişmiş sosyalizm" söylencesi bir masalımsı gerçek olduğunu, Bulgaristan Türkleri Edebiyatı'nın en güzel eserlerinden biri olan, "SEN, BABA KAYGISINDAN YOKSUN ÇOCUKLAR BÜYÜTEN/ CANIMIN İÇİ, RODOPLAR" dizeleriyle başlayan şiirden bir bölümle yâd edelim çileli yılların cesur şairini:

"Nerde olursa oturup çıkınını açan,

sofra kurup peynir ekmek yiyen,

gençlik çağını yaşamadan

dalından vakitsiz yere düşen

ahlat örneği yüzleri kırışan

halleri güz rüzgârına tutulmuş

yapraklar gibi perperişan

yolda belde evindeymiş gibi konaklayan

canım kardeşlerim!

Senin her manzaran

her bakışın

her ağacın

hattâ her taşın

duygusal.

Sen hem yeni bir gerçeksin

hem eski bir masal."

Galip SERTEL

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN