KURBAN KESERKEN KURBAN GİTMEYELİM, ŞEYTANI TAŞLARKEN ŞEYTANLAŞMAYALIM!
Hedef, bizi Allah katında yükseltecek takvâ bilinci ve ona göre şekillenen bir şahsiyet ve hayat biçimidir. Bu da Allah'ı tanımakla, Ona yönelip teslim olarak sorumluluğumuzu yerine getirmekle mümkün olacaktır. Bu ise insan olduğumuzu unutmadan Rabbimizle bağımızı pekiştirmek ve hemcinslerimizin kalplerine yol bulmaktan, yakın olmaktan geçmektedir. İşte bunun için bayramda 'Allahü ekber' der, kurban keseriz 'Allahü ekber' nidasıyla Mekke'de şeytan taşlarız.
KURBAN KESERKEN KURBAN GİTMEYELİM,
ŞEYTANI TAŞLARKEN ŞEYTANLAŞMAYALIM!
Cenâb-ı Allah insanlığa yönelttiği son çağrısında şu sarsıcı ifadelere yer vermiştir: “Onların ne etleri, ne kanları hiç bir zaman Allah’a yükselip erişmez. Fakat sizden Ona yalnız takvâ ulaşır. Size olan hidâyetine karşı Allah’ı büyük tanımanız içindir ki O, bunları böylece size râm etmiştir. Habîbim! İyi hareket edenleri müjdele!”
Kurbanı konu eden Hac suresinin 37. ayeti, çağları aşan bu sözleriyle bize hedef gösteriyor. Bir de hedefe giderken bazı yolları geçme lüzumunu ortaya koyuyor, birtakım araçlardan faydalanmamız gerektiğini vurguluyor. Bizler, bu ve benzeri ayet-i kerimelerden hareketle ibadetlerimizi yaparız. Hatta iyi bir şekilde ifa etmek amacıyla kılı kırka yararcasına titiz davranırız. Bu meyanda, bizi Rabbimize yakınlaştırma vazifesi yüklenen kurbanın boynuzu, kılı, kınası, kusurları vs. üzerinde titizlikle dururuz. Meselâ, hac sözkonusu olduğunda, bizi rahatsız eden sinekleri öldürüp öldürmeme, yoldaki otları çiğneyip çiğnememe, birlikte hacca gittiğimiz eşimize dokunup dokunmama, hatta şeytanı taşlayacağımız taşların büyüklüğü ile ilgili milimetrik hesaplar konusunda son derece hassas davranırız. Bu hassasiyet, imanımızın, Müslümanlığımızın gereğidir. Aynı zamanda bunlar, nakış nakış bizim kimliğimizi şekillendirir.
Amma ve lâkin...
Gel görelim ki, iş burada bitmiyor. Allah Teâlâ, bu ayette ve onu açıklayan Peygamber Efendimzin yüzlerce hadisinde bütün bunları yapmamızı bizlere emrederken ya da öğütlerken, aynı zamanda daha ulvî bir hedef göstermektedir. Kurbanın boynuzuna, kılına dikkat et, ama orada takılıp kalma, zira takılıp kalırsan, eline koçun boynuzu ve kılından başka bir şey geçmez demektedir sanki. Demek ki, hedef daha yüksek...
Hâkezâ, Bakara suresinin 197. ve önceki ayetlerinde yöneltilen hac çağrısının ardından uyulması istenen bazı ilkeler zikredilir. Arafat’ta vakfe, Müzdelife’de geceleme, Kâbe’de tavaf, Mina’da şeytan taşlama, ihram yasakları bunlardan bir kısmıdır. Bunlar, haccın gerçekleşmesi ve güzel bir şekilde yerine getirilmesi için önemli şartlardır. Ancak bütün bunları yaparken ayetin belirlediği nihaî hedef “vettkûni yâ üli’l-elbâb”a kilitlenmeliyiz. “Lübb” ile ifade edilen aklımızı ve kalbimizi kullanarak hayatımızı kuşatan bir takva standardını yakalamalıyız. Aksi takdirde, şeytanı taşlarken şeytanlaşma tehlikesiyle, kurbanı keserken kurban gitme riskiyle karşılaşırız.
Tekrar edelim: Hedef, bizi Allah katında yükseltecek takvâ bilinci ve ona göre şekillenen bir şahsiyet ve hayat biçimidir. Bu da Allah’ı tanımakla, Ona yönelip teslim olarak sorumluluğumuzu yerine getirmekle mümkün olacaktır. Bu ise insan olduğumuzu unutmadan Rabbimizle bağımızı pekiştirmek ve hemcinslerimizin kalplerine yol bulmaktan, yakın olmaktan geçmektedir. İşte bunun için bayramda “Allahü ekber” der, kurban keseriz; “Allahü ekber” nidasıyla Mekke’de şeytan taşlarız.
Vedat S. Ahmed,
Sofya