KISKANÇLIK BABAM, KISKANÇLIK!
Şu yaşıma kadar yaptığım gözlemlere göre, komşu komşuyu en çok kıskanıyor. Bu bizim atalarımızı da rahatsız etmiş olmalı ki: 'Komşu komşunun tavuğunu kaz, karısını kız görür!' diye bir laf bile etmişler. Baştan sona kadar haklılar. Bunu ben de doğruluyorum. Benim tavuğun sırtı soyulmuş, kart deyyuz yürümesini bile başaramazken, komşu tavuğu kaldırmış başını, serbest serbest adımlarken, kim onu kaz yerine koyup kıskanmaz. Dahası var. Komşu komşunun kabağını da kıskanır, bahçedeki vişnesini de...
KISKANÇLIK BABAM, KISKANÇLIK!
Son zamanlarda şu bilim adamlarına, vallahi, iyice canım sıkılmaya başladı. Neler, neler üzerine araştırmalar, bilemedin, incelemeler yapıp, bilimsel içerikli raporlar hazırlamadılar. Karıncalardan tutun da, evvel zaman dinozorlarının yaşam tarzlarına kadar tümünü ince elekten geçirip, kocaman kocaman unvanlara nail oldular.
Sonra, şu aşk konusu var ya, ta kadim dönemlerden günümüze dek şairinin, dansçısının, tarihçi ve toplumcusunun bitmez tükenmez bir uğraşı kaynağı olmuştur.
Buna da bir diyeceğim yok. Aşk, susuzluk gibi bir şeydir. Ancak susadın mı su içer, susuzluğunu gidermiş olursun. Aşk ise ne içmekle, ne yemekle giderilecek bir şeydir! İçtikçe içeceğin gelir, yedikçe yiyeceğin...
Şu, canımı sıkan şeye gelelim. Aşkın hemen yanında, yanı başında, bir adım ötesinde kıskançlık vardır. Kıskançlık denen şey o denli kişiliğe sahiptir ki, kendisi, büyük harflerle yazılmayı bile çoktan hak etmiştir.
Peki, aşkın yanı başındaki bir varlığı bilim adamları niye es geçiyor, görmezlikten geliyorlar? Aşk üstüne bunca operalar, romanlar, şiir ve ciltler dolusu kitaplar yazılmışken, niye kıskançlık üstüne araştırmalar, bilimsel eserler yazılmıyor? Tek sözle aşkları böylesine ayrıntılı, kılı kırk yararak anlatırken, kıskançlığın ise kılına dokunmamışlardır. Yoksa böyle yapıtlar var da benim gözümden mi kaçıyorlar?
Oysa bu duygu veya kişiler arasındaki böylesine çapraşık bir yaklaşım üstüne, yazılacak ne çok şeyler vardır...
Sonra, kim kimi kıskanmıyor, Ya Rabbi?
Şu yaşıma kadar yaptığım gözlemlere göre, komşu komşuyu en çok kıskanıyor. Bu bizim atalarımızı da rahatsız etmiş olmalı ki: “Komşu komşunun tavuğunu kaz, karısını kız görür!” diye bir laf bile etmişler. Baştan sona kadar haklılar. Bunu ben de doğruluyorum. Benim tavuğun sırtı soyulmuş, kart deyyuz yürümesini bile başaramazken, komşu tavuğu kaldırmış başını, serbest serbest adımlarken, kim onu kaz yerine koyup kıskanmaz. Dahası var. Komşu komşunun kabağını da kıskanır, bahçedeki vişnesini de...
Kıskançlık, kardeşler arasında da görülmedik boyutlar kazanmıştır. Çocukluk dönemlerinde aynı yastığa baş koymuşlar, aynı yorgan altında debelenmişler, aynı oyunları oynamışlardır. Bunların hepsi geçilir. “Nerden nereye onun evi daha güzel olacakmış? Nasıl olur da onun maaşı benimkini katlayacak? Hele hele şu araba konusu. O, Mersedes altında fıt fıt giderken, ben hala bir zamanların” Trabantı” ile uğraşıyorum. Hele şu hanımının çalımı... Allah, korusun, böylesini frsleydiler bile hak etmemiştir.”
Kıskançlık hastalığı, yazar, şair geçinenleri de rahat bırakmaz. Bu arada hemen birileri araya girerek: “ Yahu, sen kafayı mı üşüttün? Bir şairin de kıskanacak nesi vardır?”
Hiç öyle düşünmeyin! Koca geçenlerde yaratıcı kesimiyle biraz hoşbeş olalım, dedik. Kimi şiirden, kimi kitaplardan, kimi de ondan bundan söz ettik, durduk...
Bir ara kümeden bir tanesi: “ O, Uluvatan dediğiniz adam, ulan, şiirler de karalıyormuş! Vah, vah, hödüğün hödüğü! Böyleleri de şiire bulaşmışlarsa, şiirde ne hayır kalır? Bu yetmiyormuş gibi, o insancık müsveddesi, bana kitap diye bir şey gönderme tenezzülünde de bulunmuş. Kapağını açıp da bakmadım bile. Fırlattım yan köşeye...”
Bak sen, dedim, işte bu kıskançlığın daniskası olmalı.
Şiir belli şahısların tekelinde midir? Her gün yeni yeni şeyler çıkıyor ortaya, niye bunların arasında şairler de yer almasın?
İşte, görüyorsunuz ya. Bir çeşit şu kıskançlık gemlenmelidir!
Eğer bu yapılmazsa, ikide bir beton duvarlara çatacağız! Beton duvarları aşmak kolaydır. Kıskançlık duvarlarını aşmak için ise herkesin boyu yetmez...
Mehmet ALEV,
Filibe