Yarım asırlık totaliter rejim esnasında, kendin olabilmek ve kendi yolunda yürümek çok güçtü. Partinin (BKP) her yerde gözü ve kulağı olduğu o yıllarda, partinin "küçük adamlar" dediği ve yürütülen politikalar ile hiç alakası olmayan insanlar ( Komünist partisine aza olmayanlar), birçok trajediler yaşayarak hayatlarını kazanabilmek için mücadele veriyordu. Onlar için yüksek okullar, yüksek makamlar ve daha birçok "nazik işlerin" kapıları daima kapalıydı.
Bu yazımda sizlere Deliorman köylerinde ilk seyyar sinema operatörlüğü yapan Nazif Ağabeyi anlatacağım. Biz, bu işi yapanlara eskiden "kinocu" diyorduk.
Yıllardan 1962'ler, Nazif Bey, vatan borcunu ödemiş, artık köyündedir. Askerlik yıllarında, bazı hafta sonu günleri seyrettiği filmler, kendisine büyülü bir dünyanın kapılarını aralamıştır. Tam o yıllarda, sinema olayı artık bizim köylere kadar inmişti.
Nazif Bey, Şumnu Sinema Merkezi'nin, köylerde sinema makinası oynatacak elemanlar aradığını duyar ve hemen müracaat eder. Bir ay boyunca, Varna şehrinde sinema operatörlüğü kursu bitirir ve kendi köyü olan Yusufhanlar'a ( Pristoye ) döner. Yerel tarım kooperatfi, kendisine bir beygir arabası sağlar ve çevrede bulunan 5-6 köyde seyyar sinemacılık yapmaya başlar.
İlk seyyar sinema makinemin adı "Ukrayna" ile bizim köyleri dolaşmaya başladım. Bulgar malı "Slavyanka" makineleri de vardı; ama Ukraynalıların makineleri daha seyrek arıza veriyordu. O yıllarda sinema bileti fiyatları - talebeler için 8 stotinka, yaşılar için de 16 stotinkaydı. Benim aylık maaşım ise sadece 60 levaydı, yani o dönemin yarım maaşıydı.
İlk yıllarda kadınlar sinema seyretmiyorlardı. Daha çok gençler ve erkekler geliyordu. Bir akşam, sinema sona ermiş, arabaya makinayı yüklüyordum. Salondan dışarı çıkan gençler, seyrettikleri film üzerine ciddi ciddi tartışıyorlardı. O kadar ciddi idiler ki, kavga ediyorlar sanmıştım. Boşuna tartışmayın, seyrettiğiniz film bir hayal ürünü, her şey gerçek dışı ve rol yapma, diyerek kendilerini uyardım; ama onları pek ikna edememiştim...
Köylerde döndürdüğüm filmleri ilk yıllarda, köylerden geçen otobüslerden gönderiyordum. Daha sonra bunu posta vasıtasıyla yapmaya başladım.
Film oynatmama 2 saat kala, gramofondan Türkçe plaklar döndürüyordum ve kırda bayırda çalışmakta olan herkes, akşama sinema olacağının haberini alıyordu.
Aslında filmlerin çoğu propaganda amaçlıydı. Son senelerde insanlar bunlardan bıkmıştı. Sinemaya gelen seyirciler azaldığında, Şumnu'daki müdürlerimiz, planı doldurmak için ara sıra bir Türk filmi gönderiyorlardı. Hint ve Yugoslav partizan filmleri de iyi iş yapıyordu...
Daha sonrakı yıllarda, her köyün okuma evi binasına geniş ekranlı sinema makineleri getirildi. Bir sözle, 1970'li yıllara kadar sinema altın zamanını yaşadı.
Köylerimizde, Türk filmleri daima salonları hınca hınç dolduruyordu...
Hiç unutamam o siyah beyaz Türk filmlerini; "Ağaçlar Ayakta Ölür,""Keşanlı Ali,""Kızıl Irmak"...
Evet, unutulmaz filmlerdi.
1980 yıllarına doğru, renkli Türk filmleri yapılmaya başlamıştı; ama filmler artık sanattan öte, sadece propaganda amaçlı olduğunu herkes anlamaya başlamıştı. Bu olay "Otobüs" ve "Duvar" isimli Türk filmleriyle başlamıştı. Daha sonra çıkan "Yol" filmi de bu yöndeydi...
1985 yılında zorunlu isim değişikliğine gidilmişti.
Bir gün Şumnu'da meslekdaşım Ahmed Necip'le buluştuk. Oturduk "peykeye" sohbet ediyoruz. Tanımadığımız bir erkek yanımıza yaklaştı ve bizi uyardı: "Neden Bulgarca olmayan bir dilde konuşuyorsunuz?" Ahmed Necip, kendisine baktı ve Bulgarca olarak: "Ruslar olmasaydı, nerde sizde o cesaret, o "zadnik" dedi. Durun bakalım, sizler de Rustan daha neler göreceksiniz."
Adam hiç ses çıkarmadan aldı başını savuldu.
Hikmet EFRAHİM,
Enbeler / Şumnu