Kalacak olan yerini, gidecek olan yolunu bulur

*** Sözün kısası, düşmanlık kazanı hiç aralıksız kaynatıldı ve sıcak sular başımıza döküldü, fakat bütün ihtiyaçlarımızı karşılamamıza yeten dilimiz, dinimiz, toplumsal bilincimiz, üretim kültürümüz, eğitim seviyemiz, ibadet sistemimiz ve bütün yerleşmiş geleneklerimiz, sıkı bir esaret altında bulunmamıza rağmen, bizlere yeterli oluyordu... 

PAYLAŞ

Soy boy, hısım akraba ve aynı köyün veya bölgenin halkı olarak, yarımız Bulgaristan’da, yarımız da Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşamak mecburiyetinde bırakılmış olsak da, aynı ruhta birleşip, çok inişli çıkışlı ve sıkıntılı şu son 142 yıllık süreçte, tümümüzü diri ve dik tutan, birlik ve beraberliğimiz olmuştur.

Kapıkule sınır kapısını koparıp bir kenara çeken yüz binlik, iki yüz binlik ve hatta beş yüz binlik göçler yaşayan insanımızın gözü her zaman bir taraftan işinde gücünde, diğer taraftan da sınır kapısında olmuştur.

Göç edenlerin özrü veya Anadolu'ya dönüş sözleri;

“Biz orada hep diken üstünde yaşadık! Çocuklarımızın geleceğini kurtardık!” çok derin ve anlamlıdır.

Arkada bıraktığımız, kendi toprağımız olduğundan dolayı, vatan olarak sevmek istesek de, devletin hırçınlığı ve nankörlüğü, Türklüğümüze ve Müslümanlığımıza, daha kısası varoluşumuza karşı kırbacı elinden bırakmayışı, bizleri soğuttu ve çok üzdü. Koptuk ve “ Kalacak olan yerini, gidecek olan yolunu bulur!” inancına sığındık.

Sözün kısası, düşmanlık kazanı hiç aralıksız kaynatıldı ve sıcak sular başımıza döküldü, fakat bütün ihtiyaçlarımızı karşılamamıza yeten dilimiz, dinimiz, toplumsal bilincimiz, üretim kültürümüz, eğitim seviyemiz, ibadet sistemimiz ve bütün yerleşmiş geleneklerimiz, sıkı bir esaret altında bulunmamıza rağmen, bizlere yeterli oluyordu... 

1878’den sonra, en soylu ailelere, aydınlarımıza ve güçlü kuvvetli bireylere göç kapısı gösterilmesinin sebebi budur. Bulgaristan devleti, ahalimizi başı çekeni olmayan bir sürü haline getirmeye çalışırken, omurgasız, imansız, karanlığa saplanmış ve kendi yolunu bulamayan ve bulamayacak zavallılar topluluğu durumuna itmeye çalıştı.

Müslümanlarımız, Osmanlıdan koparılmaya çalışıldı. Esir düşmüş, köle edilmek istendi. Bulgar düşmanlığının kin ve hırsına alet edildi. En parlak örneği, Balkan Harbi (1912 ) esnasında Deliormanlı Türk gençlerini Çar Ordusu saflarında Edirne saldırısına sürmesidir. Tarihte ilk kez, Bulgar ordusu saflarındaki Deliormanlı Müslümanlarla, Osmanlı adına savaşan Kırca Ali – Paşmaklı – Nevrekop – Dövlen Müslümanları tabyalarda yüz yüze getirildiler. Fakat bu plan tutmadı. Ruhsal birlik ve beraberliğimizi korumayı başardık.

Birinci Dünya Savaşı esnasında ise Makedonya cephesinde altı binden fazla Deliormanlı gencimizi yitirdik.

1919’da Paris (Neuilly) Barış Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma, Bulgaristan devletini ilk kez azınlık haklarını tanımaya zorladı. Zamanın Başbakanı Al.Stanboliyski ve yönettiği Çiftçi Partisi hükümeti, bazı hak ve özgürlüklerimizi kabul etti.

Türk okullarına geçim sağlamak için işlenir toprak, koru ve orman tesis etti. Vakıf mülklerimizi işletmemize karışmayarak destek ve yardım eli uzattı. Özel statülü okullarımız etrafında yeniden derlenip toparlanma umudumuz yeşerdi.

İbrahim SOYTÜRK

 

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN