İLK BAŞKALDIRI VE ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜMÜZ

24 Aralık, Pazartesi günü, diz boyu kar, soğuk bir hava. Tosçalı köyünden Sütkesiği'ne giden yol insan seli, gözlerim yaşarıyor…Duygulanıyorum… Türklüğüm için ölüm vız gelir! Dini bütün, Türklüğünü sahiplenmiş, 5 binden fazla insan, Sütkesiği' ne girmeden önce, önleri rejimin güvenlik güçleri tarafından kesiliyor... Elleri boş, yürekleri Türklük sevdası ile dolu insanlar, canlı canlı uzun namlulu silahlara karşı vücutlarını siper ediyorlar… Türklük uğruna…

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

İLK BAŞKALDIRI VE ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜMÜZ

1984 yılının Aralık ayı, Bulgaristan Türklerinin en karanlık günlerinin başlangıç ayı olmuştur.

Bulgaristan’da geçmişte de birçok olaylar yaşanmıştı, fakat bu seferki farklı gelişmiştir.

O yıllardaki ekonomik ve politik sebepler, Bulgar ırkının çöküşünü getirdiği için, ülkedeki otoriter rejim, Bulgaristan’daki Türk varlığının kültürel geçmişini ve mirasını kökten silmenin gayretleri içine girmiştir.

Benim doğduğum ve yaşadığım Tosçalı köyünde de Türk varlığını yok etme gayretleri olmuştur.

Bu gayretlere karşı Aralık ayının ikinci yarısında, köydeşlerim, güvendiği komşularla gruplar kurup çeşitli çareler arıyorlardı.

Ben ve güvendiğim arkadaşlarım Rıfat Dikme, Salih Mahmut Çolak, İrfan Dikme, Mümin Akif Taşçı, Salih Ahmet, İlyas Sadullah ve Duran Hüseyin'den oluşan bir çalışma grubu oluşturduk. Bir başka çalışma grubu da Recep Akif Taşçı, Aynur Ömer, Şaban Sadullah, Şevket Aşçı ve başka arkadaşlardan oluşuyordu.

Bunun sonucunda, 23 Aralık 1984, Pazar günü, sabahın erken saatlerinde, tüm gruplar köy kahvesinde buluşup son bir toplantı yaptık ve toplantıda çevre köylere de haber verip, 24 Aralık Pazartesi günü için eylem kararı aldık.

Aynı gün Tosçalı’dan Salih Çolakoğlu, Recep ve Mümin Akif Taşçı kardeşler, İrfan ve Rıfat Dikme kardeşler, Salih Çolak, Salih Ahmet, ben, Şaban Sadullah, Aynur Ömer, Mustafa ve Mümin Davutoğlu kardeşler, Hilmi Hacı Mehmet vs; Hallar köyünden Rıfat Yağcı, Sami Ahmet, İsmet Abdülaziz, Fehim Tahir Ömer vs; Karamustafalar’dan Yakup, Adem ve Tahsin kardeşler civar köyleri tek tek gezerek ertesi gün yapılacak yürüyüş için bilgi verdik.

24 Aralık, Pazartesi günü, diz boyu kar, soğuk bir hava.

Tosçalı köyünden Sütkesiği’ne giden yol insan seli, gözlerim yaşarıyor…Duygulanıyorum… Türklüğüm için ölüm vız gelir!

Dini bütün, Türklüğünü sahiplenmiş, 5 binden fazla insan, Sütkesiği’ ne girmeden önce, önleri rejimin güvenlik güçleri tarafından kesiliyor...

Elleri boş, yürekleri Türklük sevdası ile dolu insanlar, canlı canlı uzun namlulu silahlara karşı vücutlarını siper ediyorlar… Türklük uğruna…

Bu arada çevremiz güvenlik güçlerince sarılmış, halkımız acımasızca dipçikleniyor, ağaçların dallarına ateş açılıyor. Belediye Başkanımız Şaban Hüseyin, başlarındaki zatla tartışıyor ve diyor ki; “ Ateş etmeye hakkınız yok…’’ Bu esnada tutuklananlar oluyor, onların serbest kalmaları için halk mücadele veriyor ve başarıyor.

Bu olaylardan sonra Kırcali’ye gittim, iki gün sonra köye döndüğümde tutuklamalar olduğunu ve arandığımı öğrendim. Evimiz aranmış, kardeşlerim sorguya alınmış ve dövülmüş, bunları duyduktan sonra, daha fazla zarar görmemeleri için teslim oldum. 27 Aralık, saat 16:00 sularında Sütkesiği’ ne götürüldüm, burada aşağılanıp, dövülerek sorgulandım, sonra da cezaevi aracıyla Kırcali’ye götürüldüm, daha doğrusu bir cezaevi arabasından başka bir cezaevi arabasına nakledildim...

Cezaevi aracına bindirildiğimde, Tosçalı köyünden Recep Taşçı, Şaban Sadullah, Duran Hüseyin, Hallar’dan Rıfat Yağcı ve diğer bölgelerden toplam 20 kişi yola çıkarıldık.

Karanlık çökmüştü, nereye götürüldüklerini bilmeyen insanlar, ikişer üçer birbirlerine kelepçelenmiş, bindirildiğimiz aracın egzoz borusundan ise içeriye duman giriyor ve adeta boğuluyoruz. Hayli yol aldıktan sonra, tıka basa doldurduğumuz cezaevi aracı duruyor. Dışarıdan gelen konuşmaları duyduğumuzda adeta ürperiyoruz;

“Albay yoldaş, bunlara bu kadar masraf yapmamıza gerek yok, emir verin şuracıkta kurşuna dizelim...”

Arkadaşlardan birisi, araba kasasındaki bir delikten dışarıya baktıktan sonra,”Dışarıdaki çeşmeyi tanıdım, bu çeşmenin musluğu ateş veya alev biçiminde, ben buralardan daha önce de geçtim, burası Hainboğaz geçidi.” dedi ve ekledi, “Bizi ya Belene adasına veya Lovça cezaevine götürüyorlar.”

Araç yeniden hareket etti ve gece boyu yol aldıktan sonra durdu. Cezaevi arabasından, teker teker indirildik, dörtlü veya beşli sıraya dizildik. Başımı kaldırıp baktığımda, demir kapının başında; Belene Cezaevi yazıyordu...

Arama tamamlandıktan sonra, 2 katlı binanın birinci katındaki hücrelere yerleştirildik. Burada dikkat çeken, iki koğuş kapısının üstündeki - “Predsmırtno” yazısıydı, yani - “İdamdan önce” koğuşu anlamında…

28 Aralık 1984, saat 4:00, hücrede köydeşim Şaban Sadullah ve Kirli’den 4 kişi daha var. İlk dikkatimi çeken şey, hiç birinde korku veya tedirginlik olmamasıydı. Oysa hiçbirimizin akıbeti belli değildi, hepimiz açtık, 2 gün boyunca hiçbir doğal ihtiyacımız karşılanmamıştı. Koğuşun içi soğuktu, ranzalarda bir eski döşek, birer de battaniye vardı. Bir ara kapıya dikilen bir gardiyan “Büyük tuvalet ihtiyacı olan!” diye seslendi, fakat kimse dışarı çıkmadı. Bir müddet sonra, kapı açıldığında, güya yememiz için soğuktan donmuş ekmek ve bir parça da soğan verildi.

Yılbaşı gecesi, üst kattaki hücrelerde bir hareketlilik oldu. Anlaşılan grup halinde yeni tutuklular getiriliyordu.

Yılbaşından sonra ayrı hücreye konuldum, gündüz veya gece hep sorguya çekildim. “Neden ilk siz?" “Kime çalışıyorsun?” “Verici, alıcı, nerede?” “Hangi istihbarata çalışıyorsun?’’ “Bu teşkilatı yaratmak için parayı kim ve nerede verdi?” “Diğer arkadaşlarına kaç para verdin, bu parayı silah alımında kullandın mı…"

Bekledikleri cevapları alamayınca, fiziksel saldırı, zor kullanarak, içeriği belirsiz hap ve ilaçlar veriyordular. Verilen ilaçlardan sonra, insanın üstüne bir kırgınlık çöküyor, morali bozuluyor, vücut o kadar yıpranıyor ki, kendisini taşıyamaz hale geliyor. Bu moral bozukluğunu ve vücut kırıklığını koridorlarda diğer tutuklularda da görüyorum. Böylece sürüp giden günlerin ardından, tam 6 ay boyunca tekli hücrelerde kaldım. Daha sonra 2. bölge denen, 500’den fazla tutuklunun olduğu yere götürüldüm.

Bulgaristan’ın her bölgesinden getirilen bu insanlar, gruplar halinde çeşitli işlerde; kimileri adanın dışında; kimileri de ada içinde çalıştırılıyordu. Bana ise çeşitli gruplarla tarlada mısır, bağ çapası yaptırdılar, hatta bir ara kereste taşıttırdılar...

İki yıllık Belene eziyetinden sonra, 1987 yılının ilk aylarında, Plevne’nin Strejerovo köyüne sürgün edildim. 1988 yılının son aylarında serbest bırakıldım ve doğup büyüdüğüm Tosçalı köyüne döndüm...

Mayıs 1989 yılında, zorunlu göçe tabi tutularak, sınır dışı edildim.

Biz Belene kampında yatanlar - Mümin Çolakoğlu, Recep Taşçı, Rıfat Yağcı, Fehim Tahir Ömer, Duran Hüseyin, Şaban Sadullah, Yakup, Adem ve Tahsin Yakup kardeşler ve ben Sabri Yılmaz, totaliter rejime karşı yapılan 24.12.1984 yürüyüşünün acılarını çekenler, bu ilk başkaldırının öne çıkan isimleri de olduk.

Oysa bu yürüyüş, adı anılmayan binlerce insanın, Türklük adına yaptıkları kahramanca bir hareketti...

Sabri YILMAZ,

Bursa

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN