Kaşif Kapsızov & Ahmet Sadık - İki Er, İki Aynı Kader
Balkanlar sahasında çalışmalarımı sürdürürken, iki yiğidimizin hayatı, çalışmaları ve mücadeleleri ilgimi çekmesin, olamazdı.
Biri, Bulgaristan vatandaşı Kaşif Ahmet Kapsızov, öbürü de D-r Ahmet Sadık, Yunanistanlı...
Kaşif, 13 Ağustos 1941 y., Smolyan sancağı Burevo köyünde dünyaya gelir. Çocukluk yıllarından itibaren çalışkanlığı, büyüklere saygısı ile dikkati çeker. İlk ve orta öğrenimini köyünde tamamladıktan sonra, Haskovo’da Pedagoji Okulunu ve Sofya Üniversitesi, Bulgar Filolojisi’ni bitirir. Bilgiye, sanata susamış olan bu genç adam, ulaştıkları ile tatmin olmaz. Moskova’daki “Maksim Gorki” Edebiyat Enstitüsü’nde uzmanlık dalını kazanır. Kaşif’in edebiyat dalındaki başarıları takdir görür. O yılların meşhur ”Rodopi” dergisinde bir süre çalıştıktan sonra, totalitarizme ayak uydurmadığı için dergiden uzaklaştırılır.
Yol ortasında bırakılan genç ve başarılı edebiyat uzmanı, geçimini sağlamak için vasıfsız işçi olarak, inşaatlarda çalışır, hayatın alt kademelerinde zorluklarla boğuşur. Tüm bunları, ak gün yüzüne çıkarmak için romana dökmeyi aklına koyar. Daha sonra, ”Halk kültürü” ve “Demokrasi” gazetelerinde çalışsa da, tutunamaz. Yöneticilerin, partili patronların karşısında eğilmez, karakterinde dalkavukluk yoktur. Bir süre sonra, siyaset alanında da şansını dener. 1991’de Hak ve Özgürlükler Hareketi sayesinde Meclis’e girer. Asıl amacı, çocukluğundan ve gençlik yıllarından kafasına koyduğu, Bulgaristan’da azınlık gruplarının insan haklarıdır.
İlk planda, Pomaklar! 3 Mart 1878’den bu yana, hele Pomaklara, Türklere yapılan baskılar, her tür kısıtlamalar, bir an olsun, dur durak bilmemiştir. Göçlerin, kovulmaların, hatta ulu orta katliamların dahi ardı arkası kesilmemiştir. 9 Eylül, 1944 tarihinde güya eşitlik, kardeşlik ve beraberlik sloganlarıyla Bulgaristan devletini gasp edenler, azınlıklara karşı baskıları, kısıtlamaları, politikalarının temel hedefi haline getirirler. Sosyalist rejimin diktatörlerine göre, Bulgaristan’da “Pomak” yoktur, “Bulgar Mohamedanları” vardır. Adları, dilleri, dinleri ve tüm gelenekleri de Bulgarlara göre olacaktır... Vatanlarına, yurt ve yuvalarına sonsuz sadakati olan ve devlete karşı hiçbir zaman karşı koymamış olan bu topluluk, bu kısıtlamaları kabul edemez. Yer yer çatışmalar olur, karşı gelenler sürgüne, Beleneler’e sürülür, canlara kıyılır…
Kaşif Kapsız, gençlik ruhu ve dinamizmi ile Pomaklara karşı yapılan kısıtlamaların, baskıların önünü kesmek, onların gerçek, insani haklarına kavuşma zamanı geldiğine inanarak, konuşmalarında, yazılarında, hareketlerinde bunları dile getirir. Efsanelerdeki Orfeyus'un şarkılarını kimse susturamamışsa, Pomakların, Rodoplar'ın güzelliklerini dile getiren türkülerini de susturmak imkansızdır. Dinlerine, inançlarına da kimse dokunmamalı...
Ona göre ”yeniden doğuş” projesi, bir safsatadan ibarettir. Eğer, demokrasiyi getirdik, diyorsak, her azınlık, her topluluk, kendi öz haklarına kavuşmalıdır. Vatanın her alanda yükselişi için de elinden geleni esirgememelidir. Kaşif’in, azınlık ve milli topluluklar konularındaki uğraşıları, görüşleri şovenistler ve Bulgar milliyetçileri tarafından gözden kaçmaz. Bu, akıllı ve son derece ahlaklı adam, başlarına bela açabilir, düşüncesi onları bir an olsun terk etmez. Hukuk veya davalarla da O’nun yolunu kesemezler. Eni sonu, şu Avrupa var ya, herkese, kendi fikrini, görüşünü savunma hakkını vermektedir. O halde, Kaşif’i saf dışı etmek için başka çareler aranmalı...
Ve buluyorlar. 15 Eylül 1992’de Rodoplar’ın yetiştirdiği pırıl pırıl bir evladı yok ediyorlar. Neymiş be, “bu bir kaza sonucu olmuşmuş.” Oysa, en gözde trafik uzmanlarının dahi, bu alçakça bir ölümle sonuçlanan olayın, kasıtlı, planlı bir şekilde gerçekleştirildiğinden hiç şüpheleri yoktur. Rodoplu hemşerimizin elli yaşlarında, insanlara, topluluklara ve vatana en yararlı olacağı bir anda yok edilmesi yüreklere yaradır. Oysa, büyüklerin karşısında eğilip, onların dediklerini yapsaydı lüks bir yaşam sürdürebilirdi…
Bundan böyle Kaşif’i unutmayacağız, unutturmayacağız! Kendisi ebediyete göçtü, bize de şiir kitapları ve bir de roman hediye ederek! Mekanı cennet olsun!
***
D-r AHMET SADIK
Batı Trakya Türklerinin gerçek liderliğini hak eden D-r Ahmet Sadık da, Kaşif Kapsız’ın tıpa tıp kaderini paylaşır. D-r Ahmet Sadık, 7 Ocak 1947 yılında Gümülcine’nin Küçük Sirkeli köyünde dünyaya gelir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Yunanistan’daki iç savaşlarda 185.000 kişi hayatını kaybeder. Bu yıllarda Batı Trakya köyleri ardı arkası kesilmeksizin çetecilerin saldırılarına uğrar, katliamlar hiç aralıksız devam eder…
D-r Ahmet Sadık, Batı Trakya Türklerinin tek öğretim kurumu olan Celal Bayar Orta ve Lise Okulu’ndan mezun olur. Genç ve enerjik bir yapıya sahip olan delikanlı, Batı Trakya Türklerinin durumunu gözleriyle görür, yaşar. Hakaret üstüne hakarete uğrayan topluluğun sorunlarını gazete ve dergilere gönderdiği yazılarında dile getirir. Batı Trakya Türklerine en iyi tıp alanında yararlı olacağını aklına koyar ve 1966 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydını yaptırır. Türkiye Cumhuriyeti başkentinde bir yıl okuduktan sonra Selanik’teki Tıp Fakültesi’ne aktarım yapar. Ve 1974 yılında doktorluk vasfı ile mezun olur.
Burada O’nun Türklük bilinci daha geniş, daha derin anlam kazanır. Zira Selanik sıradan bir kent değildir. 1912 Balkan Savaşları’na kadar, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da en çok otorite sahipliğini kazanmış bir yerleşim yeridir. Yüzbinlerce Türk’ün mekanı olmuştur... Bundan sonra, D-r Ahmet Sadık, askerlik görevini ifa edecektir. Orduya yedek subay olarak girer, lakin askerlik borcunu bir tıp uzmanı olarak yapmasına rıza göstermezler, sıradan bir er sıfatıyla vatanına hizmet verir. Ayrıca doktorumuzun vatani hizmetiyle ilgili şu gerçeği de örtbas edemeyiz. Asker olarak Mora Yarımadası'na gönderilir. Mora’da ise Batı emperyalistlerinin kışkırtmasıyla 1821’de bir isyan vuku bulur. Bu tarihe kadar yarımadada 50 bin Türk, Yunanlılarla kardeşçe yaşamalarına rağmen yok edilir. İnsanlık tarihinde kültürel katkılarıyla tanınmış olan Batılı meşhur yazar ve sanatçılar, bu katliamı göremezlikten gelirler, hatta alkışlayanlar vardır. Viktor Hügo da bunların arasındadır...
D-r Ahmet Sadık, 34.5 ay süren askerlik borcunu tamamladıktan sonra, 1984’e kadar birçok yerlerde doktorluk görevini sürdürür ve ilk fenni sünnetçi unvanını elde eder. Birkaç yıl sonra, Işık Müminoğlu ile evlendikten sonra, iki çocuk sahibi olurlar. Bir yandan sağlık hizmetleri veredursun, genç doktoru siyaset konuları da meşgul eder. Ve kısa bir süre sonra, “Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi’nin başkanı olur. O’nun başlıca hedefi, Batı Trakya Türk azınlığının kültürel, entelektüel ve sosyal ilerlemesine elinden geleni yapmaktır. Ayrıca Türk ve Yunan halkları arasında dostluk, insani değerleri, kişisel hakları, demokrasi ve özgürlük ideallerini geliştirmek ve savunmak temel amaçlarından biridir.
“Bağımsız Güven Listesi'nden iki kez milletvekili seçilir. Parti, azınlığı bir merkez etrafında toplayarak, tek yönde doğru olarak bilinçlendirerek, toplumu idare edecek kişileri yetiştirmeyi ana hedef olarak belirler. Bu siyasi kurum, Batı Trakya Türklerinin sorunlarını uluslararası platformlarda da dile getirir, ortaya koyar. D-r Ahmet Sadık, sadece Türkler arasında değil, sağlıklı düşünceye sahip Yunanlılar tarafından da takdir görür, sevilir. O gerçek ve sembol liderliği çoktan hak etmiştir. Ne var ki, azılı Türk düşmanları olan Yunan milliyetçilerinin, bu denli D-r Ahmet Sadık’ın görkemli bir otoriteye sahip olması, uykularını kaçırır. Azılı medeniyet ve insanlık düşmanlarını, tabelalarda ”Türk” sözcüğü dahi rahatsız eder.
Ve o, uğursuz, lanetli gün gelir: 24 Temmuz 1995 tarihli sözde “trafik” kazası!
Tüm Batı Trakya Türkleri ve ahlak sahibi insanlar yas tutarlar. Takdir ettikleri, sevimli doktorlarını bundan böyle omuzlarda taşımayacaklar, her konuşmasını alkış tufanına tutmayacaklar. Ama yüreklerinde o ölümsüz olacak, unutmayacaklar, unutturmayacaklar! Mekanı cennet olsun, şehidimizin!
Mehmet ALEV
Ustina, 14.08.2023