GÖÇMEN BİR ZİHNİN ANATOMİSİ MİLLİYETÇİLİĞE BAKIŞ

Şimdi size farklı bir anlatı sunacağım. Şimdiye kadar yazdığım her yazı neredeyse insanı mutlu edecek türden, onları bilgilendirip hayatlarına farklı bir nokta katabilecek türdendi. Ancak özellikle son dönemlerde yaşanan olaylar, bana bambaşka bir bakış açısında düşünmem gerektiğini öğretti ve bu konu üzerinde düşündürdü. Şimdi size kökenlerimin milliyetçiliği nasıl algıladığını anlatacağım. Ben annesi Yunanistan, babası Bulgaristan göçmeni olan bir çocuğum...

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

GÖÇMEN BİR ZİHNİN ANATOMİSİ;

MİLLİYETÇİLİĞE BAKIŞ


Balkan Ülkeleri

Şimdi size farklı bir anlatı sunacağım. Şimdiye kadar yazdığım her yazı neredeyse insanı mutlu edecek türden, onları bilgilendirip hayatlarına farklı bir nokta katabilecek türdendi. Ancak özellikle son dönemlerde yaşanan olaylar, bana bambaşka bir bakış açısında düşünmem gerektiğini öğretti ve bu konu üzerinde düşündürdü.

Şimdi size kökenlerimin milliyetçiliği nasıl algıladığını anlatacağım. Ben annesi Yunanistan, babası Bulgaristan göçmeni olan bir çocuğum. Babam, 70'li yıllarda Bulgaristan’dan bir trenle kaçak gelip, İstanbul’a yerleşmiş, annem ise okumak için tarladan ve ailesinden vazgeçmiş. Yıllar sonra, yolları İstanbul’da buluşmuş ve evlenmişler. İşin romantik kısmını biraz kısa tutuyorum, belki farklı bir yazıda bundan daha detaylı bahsedebilirim, tabii ki, kimlerin ilgisini çeker onu da tam olarak bilmiyorum.

Batı Trakya

Yıllar sonra ben, annemin Yunanistan vatandaşlığı sayesinde çift vatandaşlığa sahip oldum, evet şanslı çocuklardan bir tanesiydim. Ancak benim için vatandaş olmak, bir ülkeyi vatanı bellemek ve onu ölürcesine savunmak gün geçtikçe saçma bir hale gelmeye başladı. Tam olarak lise son dönemlerimde, kendi kökenlerime bağlı olmak zorunda olmadığımı hissetmeye başladım. Üniversiteye başladığımda ise “göçmen” olmanın “yerli” olmaktan ne kadar farksız olduğunu gördüm.

Şimdi size, yıllardır bizlere (göçmen çocuklarına) dayatılan milliyetçilik kavramından bahsedeceğim. Hayatımın 17 yılını hepinizin çok iyi bildiği, adını mutlaka duyduğu Gazi Mahallesi’ne 1 km. uzaklıkta geçirdim. Her gün acaba başıma bir şey gelecek mi korkusuyla eve dönerken, bazı akşamlar beni otobüs durağından alması için babamı çağırdım. Ancak hiçbir şey olmadı. Yaşanan tüm kötü olaylara rağmen; otobüste yanarak hayatını kaybeden genç kız, Gazi Mahallesi’nde çıkan çatışmalarda ölen insanlar vardı, ancak ben hala ayaktaydım. Onlar, yani Kürtler ve diğer kökenli insanlar göçmenler için “yerli”ydi ve göçmenler yerlileri çok sevmezdi. – “di”li geçmiş zamanı bir kenara bırakayım mı, işin en kötü kısmı bu tutumun hala çok fazla değişmiş olmaması...

Gazi Mahallesi

Yaşadıkları topraklarda (Yunanistan, Bulgaristan ve hatta diğer Balkan ülkelerinde) uzun yıllar boyunca sürgün hayatı yaşamış, komünist rejimi yaşayarak her seferinde kaçmaya çalışmış bu insanlar, yerlilerden daha yerli olduğunu düşünmeye başladı. Aslında karmaşa da burada başlıyordu, sen göçmendin, vatanına dönmeye çalışıyordun ancak onlar hep buradaydı. Onlar darbeyi de gördü, asılan çocukları da. Onlar Gazi Mahallesi olaylarını da yaşadı, Madımak’ı da. Tabii ki senin, yani göçmenlerin, ülkelerinden ayrılma nedenleri de siyasi ve mecburiydi, ancak seni bu ülkede yaşamaya, hayatta kalmaya, inadına güzel günler görmeye çalışan bu toplumdan ayıran o elitist bakış açısı neydi? Aydın mıydınız? Aslında çok değildiniz. Aydın olsaydınız, bir insanı sevmekle başlayacağını, her şeyi çok iyi bilirdiniz ve çocuklarınıza; “Kürtlerle evlenmeyin, göçmen göçmenle evlenir!” demezdiniz. Böyle bir görüşte olan aydın olur mu? Değildiniz işte, biz, göçmen çocukları yıllar boyunca bilmeden bir milliyetçiliğin içinde yoğrulduk. Kimilerimiz durumun farkına varıp dur diyebildi düşüncelerine, kimileri ise keskin bir MHP milliyetçiliğini taşımaktan, ulusalcı kıvamında, vazgeçemedi.

Turgut Özal Döneminde Bulgaristan Göçü

Hadi açık konuşalım, yıllar boyunca üzerinizde var olan dini ve siyasi baskı nedeniyle, Özal’ın Türkiye’nin kapılarını açmasıyla birlikte, bir cennete sürüklendiğinizi hissettiniz. Evinizi, hayvanlarınızı ve hatta değerli varlıklarınızı geride bırakarak, Türkiye’ye geldiniz.

Hadi açık konuşalım, modern bir hayat yaşamaya çalışırken, bir yandan da kendinizi milliyetçiliğin içinde buldunuz. Milliyetçiye dönüştünüz. Ulusalcı bakış açısı ile dini bir yönetim arasında gidip geldiniz. Ekonomi iyiye gittikçe iktidarı desteklemeye başladınız ve işler kötü gittiğinde yine en çok siz söylendiniz.

Hadi açık konuşalım, zamanla o pek fazla sevmediğiniz Kürtlerle, Lazlarla Çerkezlerle akraba oldunuz, torunlarınızı sevdiniz, ancak onlar yokken içinizdeki milliyetçiliği yine gün yüzüne çıkarmaktan çekinmediniz.

Kırcaali Köyleri

Peki çok fazla değiştiniz mi? Hayır. Değişemediniz. Geldiğiniz topraklara kaçmayı planlayıp durdunuz, yine de “yerli”yi sevemediniz.

Size bir sorum olacak? Siz Amerikalı mıydınız? Siz geldiğiniz topraktaki yerli halkın “reservation”da kalmasını, size dokunmamasını mı istediniz?

Size bir sorum olacak? Sizin davanız neydi? Türkiye’ye gelip Türklüğü iliklerinize kadar yaşamak mıydı, yoksa ilk fırsatta ikinci maaşınızı Balkan ülkelerinden bağlayıp, orada minik bir hayat kurmak mıydı?

Size bir sorum olacak? Sizin milliyetçiliğiniz paranın olduğu, rahatı bulduğunuz noktada mıydı, yoksa ülküsel olarak hep içinizde mi kalacaktı?

Size bir şey söyleyeceğim: Bizi, çocuklarınızı daha fazla karmaşıklaştırmayın.

Nazım Hikmet Ran'ın dediği gibi, biz yalnızca şunu istiyoruz:

"Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine..."

Öznur DOĞAN

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN