Düşünce yastığı, duygu yorganı olan şair

* Bu şiir kalıbı artık evi barkı, yurdu, ocağı olmuş, ayrıca halk şiirine de özel bir ilgi ve sevgisi vardı. Öyle bir sevgiydi ki bu sanki Karacaoğlan gibi sazını omuzlayarak (Hocamız saz çalmayı da biliyordu) şiirlerinden bestelediği (Cebeci, aynı zamanda besteler de yapıyordu) şarkıları, türkülerini, Deliorman'ı, Doburca'yı, Geriova, Rodoplar'ı köy köy gezerek seslendirecekti.

Annemin has ninnilerinde buldum seni
Yunus’un dizelerinden içtim
Ozanların sözleri büyülediler beni
Halkımın türküleri ile kendimden geçtim.
 
( Cebeci’nin, Türkçeye adadığı, Diller İçinde Bir Dil şiirinden.)

 

Türkçede diyalektler, özellikle Deliorman ağzı üzerine araştırmalar, incelemeler yapan, bu yöre ağzına ilişkin bir de sözlük hazırlayan, halkbilimi derleyen, bilimsel boyutlu tarihsel araştırmalar yapan, şair İsa Cebeci’nin Türkçeye sevgisi işte böyle sonsuzdur. Onun bu sevgisinin kutsallığı ve yüceliğini pekiştirmek için,

 
Karamanoğlu Mehmet bey
ve Atatürkümüz Seni seven,
koruyan, yücelten erlerdi
Onlarsız yaşamazdı ne şarkı ne türkülerimiz
Onlar seni kendinden daha çok severdi

 

dizelerini eklemeliyim.

(Çalkalan Gönlüm Çalkalan şiir kitabından.)

 

Yazıncıda, sezi, duyular, sanatçı olmayandan daha üstün, gelişkin, güçlüdür. Sevgi, özlem de öyle. Söz konusu dil olunca, o sevgi baskın bir sel olur. Hele anlatıma en yatkın dillerden biri Türkçeyse bu, sevgi, denizlerce, anadenizlerce büyür, çoğalır. Dünyanın bütün dilleri güzeldir ama belki bizim olduğu için Türkçemiz, ninnilerle, türküler, mani, ağıt, tekerleme ve şiirlerle, sanırım bir o kadar daha güzelleşir.

Emrah der ki düştüm dile
Bülbül figan eder güle
Güzel sevmek sarp bir kale
Ya alınır ya alınmaz.
 

Ahmet Kutsi Tecer’den bir dörtlük örneklemesiyle görüşümü kanıtlayayım:

 

Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın
Kulaklarım komşuların ayak seslerinde
Varsın bir yudum su veren olmasın
Başucumda biri su yok desin de

 

Bir Türk dili uzmanı, tarih araştırmacısı ve yazar, şair İsa Cebeci’de Türkçe sevgisi elbette ki derin ve kapsamlı, bir başka deyişle sınırsız olacaktı. Türkiye’de Köy Enstitüleri neyse, pedagoji okullarının da Bulgaristan Türkleri için o olduğunu ve Cebeci hocanın o okullardan birinden mezun olduğunu burada vurgulamalıyım. Bulgaristan’da sosyalist devrim, tüm İmam Hatip Okullarını kapatmış, Şumnu’daki yüksek kısmından öğretmenlerin devrime bağlı olanlarını yeni açılan, lise düzeyindeki köy öğretmeni yetiştiren okullara atamıştı. O öğretmenlerin kimisi İstanbul’da, kimisi Mısır’da öğrenim görmüş, bilecen kimselerdi. Görevlerini gönülden, isteyerek yaparak öğrencilerine, üniversite düzeyinde bir hazırlık vermişlerdi.

Bulgaristan Türkleri Edebiyatına baktığımızda, yazar ve şairlerin büyük bölümünün o köy öğretmenleri liselerinden mezun olduklarını görürüz. İsa Cebeci hocamızın birikim ve donanımın temelinin de orada atıldığı savlaması hiç de abartılı olmayacaktır. Doğallıkla onun Sofya Üniversitesinin Türk Dili Bölümü mezunu olduğunu, hele, yoğun kişisel çabalarını da göz ardı etmemek gerekir.

Merhaba Silistrre!
Merhaba mehter dedemin şehri
Mecit Tabya’dan seyrediyorum seni
 Gönlüm köpük köpük dalgalanıyor
Seyrederken yemyeşil tepeden
Göklere yükselen pırıltılı çehresini
 
(Merhaba Silistre şiirinden.)

İsa Cebeci, genelde seslem ölçülü (Hece vezni) şiirler yazıyordu. Bu klasik şiir tekniği yüreğinde yer etmiş olmalı ki, yer yer serbest şiire kaçamaklar yaptıysa da huzuru kesenkes hece ölçüsünde buluyordu. Bu şiir kalıbı artık evi barkı, yurdu, ocağı olmuş, ayrıca halk şiirine de özel bir ilgi ve sevgisi vardı. Öyle bir sevgiydi ki bu; sanki Karacaoğlan gibi sazını omuzlayarak (Hocamız saz çalmayı da biliyordu) şiirlerinden bestelediği (Cebeci, aynı zamanda besteler de yapıyordu) şarkıları, türkülerini, Deliorman’ı, Doburca’yı, Geriova, Rodoplar'ı köy köy gezerek seslendirecekti.

Şiirleri, bilinci zorlamayan ama sıradan olmayan, acılar, sızılarla örülmüş, çıtkırıldım bir düşünbilimsellik içeriyor. O sessiz başkaldırısı ile düşünce yoğunluğu labirentinde yolunu şaşıran Batı hayranı yalaka şairlere, inadına gelenek, inadına seslem ölçülü şiir, diye meydan okuyor. Arapsaçı gibi mi ya da içi çıkmaz bir ceviz gibi mi olmalıdır şiir? Sanırım, insanları şiirden soğutan, işte bu postmodern, sağlıksız, çürümekte olan yazınsal görüştür. Savrukluk bir ölçüt olmuş, ne denli bilinç yorucuysa yapıt, o denli tutulur yargısı egemen yazınımızda. Şiir elbette düşünsel derinlikli olacaktır. Ne var ki derinliğin de sınırı olmalıdır. Düşüncede derinlik,

 

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
 

diyen Nazım’ın imge yoğunluklu dizelerindeki gibi kararınca olmalıdır. Nazım Hikmet anlaşılır şiirler yazdı. Ne yitirdi peki? Hiçbir şey yitirmedi, tersine çok şey kazandı. Dünya dün, şiiri önünde saygıyla eğiliyordu, bugün de eğiliyor. Şiirleri, Ömer Hayyam, Mevlana’nınkiler gibi ilelebet okunacak.

Kim demiş ki ömür bitmeyecek
Yavaş yavaş bitiyoruz arkadaş
Kim demiş ki gelenler gitmeyecek
Geldik işte gidiyoruz arkadaş
 
 ( Çalkalan Gönlüm Şimdi kitabından)

 

Arkadaş şiirinden alıntıladığım yukarıdaki koşukla, geçen yıl aramızdan ayrılan İsa Cebeci hocamın yaş gününü kutluyorum.

Yorumlar 1
Irfan Husein 07 Mayıs 2024 08:14

Fevkalade yaziniz icin yureginize kaleminize saglik.Gununuz aydin olsun.Bati Trak,yadan selam olsun.

Bakmadan Geçme