- Haberler
- Bulgaristan
- DÜŞMANI NEREDE ARAYALIM
DÜŞMANI NEREDE ARAYALIM
* Bir gün kahve içerken, polisler beni yakaladı ve şunu emrettiler 'Kitapları, hemen oradan çıkar!' Ben de onlara: 'Bu kitaplar kütüphanedendirler!' cevabını verdim. 'Bize bunu anlatma! Çıkarmazsan, en az beş yıl hapis giyeceksin!' deyip, uzaklaştılar.
DÜŞMANI NEREDE ARAYALIM
* Bir gün kahve içerken, polisler beni yakaladı ve şunu emrettiler; “Kitapları, hemen oradan çıkar!” Ben de onlara: “Bu kitaplar kütüphanedendirler!” cevabını verdim. "Bize bunu anlatma! Çıkarmazsan, en az beş yıl hapis giyeceksin!" deyip, uzaklaştılar.
Mestanlı sokaklarında, çok yaşlı bir ağabey yürüyor. Her zaman koltuğunun altında bir top kitap, gazete, dergi veya başka dosyalar taşıyor. Gözleri, adeta bir umutsuz, öksüz çocuğu anımsatıyor. Bakışları ise, insanlar üzerinden, bir camın arasından geçmiş gibi, sırlara boyanmış sanki. Onu takip etmiş olsanız, iki gidecek yeri vardır. Biri, kasabanın meydanında bulunan kırtasiye, diğeri de aynı sokağın sonuna doğru, HÖH-ün kahvehanesi, denilen yerdir.
Hiç şüphe olmadan, birinci gittiği yerde, taşıdığı kitap, belge vb. fotokopisini çeker, gider. Kahvede ise, yan bir masada oturur. Bu kahvehane akşamı sabahı, genelde yaşlı adamlar ile doludur. Kimi kahve, çay içer. Kimi de ayakta, öbek öbek masaları sarmışlar, dört arkadaşın "iskambil" oynamasını izler. "Koz!", "Papaz!", "Kız" vb. naraları adeta etrafı boğmaktadır…
Yaşlı ağabeyimiz, bu arada, tek başına, koltuğu altında getirdiği dosyaları karıştırır ve derinden, kendi dünyasına dalmaktadır. O, okur, ara sıra kalemiyle not düşürür. Onu, ne "kızı,” ne de "papazı" ilgilendirir. Tek gücü ve düşkünlüğü sayfalardaki yazılardır. Hemen soracaksınız: "Neden, kendi evinde oturup da, bu işler ile meşgul olmaz?”
Çok iyi bir soru. Bu yaşlı ağabeyimiz, tek başına yaşıyor. Evinde, onun arkadaşları 4-5 kediciktir ve onlar da büyük bir saygı, hürmet içindedirler. Bunun nedeni de, ağabeyimizin önemli kitapları gibi hak kazanmalarıdır. Onlar, o kitapların koruyucusu, bekçisidir. Yaşlı ağabeyin tüm odaları, avlu, bunlara izbeleri de dahil, çok özel bir kütüphanedir.
Yıllar boyu dört bir tarafı dolaşmış, totaliter rejiminden muhafaza olan, kimi tavanlarda, kimi toprak altında, kimi kırık dökük viranelikler arasından Türklüğümüz ve dinimiz ile bağlantılı yazılı eserleri toplamış ve evine getirmiştir.
Bir göz gezdirdiğinizde, 1300 yıllarından kalma Kuran-i Kerim'ler, Musaflar, kitaplar. Bazıları, o eski dönemlerin el yazısı ile yazılmış eserler. Bir de kendisini dinleyelim biraz:
"2007 yılında, bana tahsis edilen "Nov jivot" kütüphanesindeki oda, çeşitli masa, dolap ve koltuk gibi eşyalarla doldurulmuştu. Bunlar, ekseriya alt kattaki mobilya satan dükkanın mallarıydı. Bana o şahıs, şu takım yersiz sözler sarf etti: “Bindirecem seni, kitaplarını, ta Cebel köprüsünden aşağı atacam!”
Böylesine sığ akıllı bir adama nasıl kafa tutabilirim. Benim, o bulduğum, topladığım tarihi kitaplar, kartlar, vesikalar, eski geleneklerimize ait eşyalar, bu takım sözler hiç mi hiç hak etmemişlerdi. Bunda emindim…
Raflar, dolaplar ve kitaplıklar yapılsın diye, bir doğramacıya başvurmuştum. Onun getirdiği tahtalar yerine denk gelmedi, bir sözle işe yaramadılar.
Kütüphane müdürü de, bana sert davranmıştı. Bir de mektup yazmış savcıya. Orada da zikretmişti: "Bu kitapların hiçbir değeri yoktur! Biz bu odalarda İngilizce ve Fransızca kursları düzenleyeceğiz."
Ben de bundan sonra valiye, belediye başkanına ve belediye meclisine dilekçe yaptım ki, bu benim topladığım kitaplar dünya kültürüne aittir. Çünkü aralarında Türk edebiyatı ve İslam dinine ait el yazısı kitaplar, Batı ve Rus klasiklerinin eserleri, Bulgar yazarlarının yapıtları bulunmaktadır…
Buna rağmen, bana hakaretler yağdırıldı, büyük işkenceler yapıldı. Hem komik, hem feci! Savcıya verildim. Bir gün kahve içerken, polisler beni yakaladı ve şunu emrettiler; “Kitapları, hemen oradan çıkar!” Ben de onlara: “Bu kitaplar kütüphanedendirler!” cevabını verdim. "Bize bunu anlatma! Çıkarmazsan, en az beş yıl hapis giyeceksin!" deyip, uzaklaştılar.
Can havliyle koştum ve derdimi kızıma anlattım; " Yavrum, ben bu kitapların çürümesini, yok olmasını istemiyorum. Bir gün halkımız onlardan belki yararlanır!" Kızımda beni hemen teselli etti; "Baba, bizim garaja getirelim kitapları! Yana yuna yerleştireceğiz…"
Gittim, birer birer çuvallara koydum, kırışmamaları için de dikkat ediyorum. Belediye bir kamyon tahsis etmiş taşımak için. Birinci posta gitti, biz de peşinden. İkinci posta gitti, biz de peşinden derken, aramızda 200 metre kadar bir mesafe var. Bir de baktım, Şenol adındaki şoför, arabadan kitapları yere döktü, Allah’ın yolu üzerine. Baktım, bazı kitaplar yana fırlamış, perişan olmuşlar. İçim kan ağladı…
Birçok kitaplar, eşyalar kırıldı döküldü. 100-200 yıllık ağaçtan kovalar, mataralar, dibekler vb. Mahvoldum gittim. Allah'ım, dedim, Türkü Türk'ten koru! Meğer, Türk'ün en büyük düşmanı Türk'müş!
Gene de hiç ümidimi kesmedim. Dilekçe yaptım, bir sonuç alamadım. Bir ara savcıdan mektup geldi. "Dava kapanmıştır", diye haber verdiler. Düşündüm; Bu tarih, edebiyat, gün yüzü görmesin mi, okunmasın mı? Yoksa, taşlar arasında, ağaçlar altında çürüsün gitsin mi? Oysa medeni milletler, binlerce yıl önceki kültürlerini koruyor, çağdaş nesillere sunuyor, yararlanıyorlar. Benim kimseyi gölgede bırakmak diye bir amacım yok. Kültürümüze, elimden geldiğince yararlı olmaya çalışıyorum. Bunu hep beraber, el ele vererek de yapabiliriz. Bazı arkadaşlarım soruyorlar: "Kitaplar intikamını aldılar mı?" Şimdi, bunu onlara sormalıyız. Böyle bir hakaret bana değil, tüm dünya kültürünedir. Bazıları da: "Sen de uğraşma, yahu!" nasihatini veriyorlar bana.
Biz, araştırmacılar, edebiyatçılar ve dergi sahipleri şan şöhret için, zenginlik kazanmak için bu davaya girmemişiz. Bu bir sevda, aşk, ruh düşkünlüğüdür; hayatın bir başka anlamıdır!
Örneğin, bu gün son çalıştığım kitaplar, 1950-li yılların edebiyat kitapları idi. Onları inceledim ve elime ne geçti? 1955 yılından kalma bir Türkçe edebiyat kitabı! Burada 8., 9. ve 11. lise öğrencileri için seçilmiş eserler gördüm. Birinci bölüm Türkçe klasikleri idi, ikinci bölüm - Avrupa yazarları, üçüncüsü - Rus klasiklerinin eserleri ve dördüncü da Bulgar yazarlarıydı. Bu çalışmalar bana kuvvet vermekte. O da Tanrı’dan bir emir gibidir…
Sizinle bir ayrıntı daha paylaşayım. Bir gün tuttum uzaktaki Ardino'nun Çam dere köyüne gittim. İmamlar, Kayabaşı ve Aşağı mahalleye uğradım. Orada hiç tanımadığım bir ağabeye: "Ben kitap topluyorum!” dedim. “Sizlerde bulunur mu, acaba?" Getirdi bir çuval kitap. Mevlit kitapları, Kuran'lar, Musaflar vb. "Helal olsun! Ben, Osmanlıca okuyamam!" dedi. Bir de köyü dolandım. Binanın biri yıkılmış, dökülmüş. Sordum: “Bu evin sahibi kimdir? "Tumbara Hasan'ın evi! Göç ettiler!” cevabını aldım. Resim çektim. Bu evin çökmüş bir kirişinin altında el yazısı bir kitap buldum. Son sayfasında şunlar yazılıydı: "Ben, Molla Osman kızı, Ümmügülsüm. Bu kitabı hediye vermişim. Merhumun adına dua okunsun! Bu kitabı yakan olmasın, gülmesin! Edirne Vilayeti, Gümülcine sancağı, Eğri dere kazası, Halaç dere köyünden." Gelene geçene bu hadiseyi anlatırım. Bursa'dan biri, anlattıklarımdan sonra, demesin mi: "O benim dedemin kitabı!" Nerde Halaç dere? Nerde Bursa, İzmir, Kuran-ı Kerim’in sahibinin torunları?
Kimler geldi, kimler geçti bu benim ev kütüphanesinden? Hemen hemen yılda birkaç defa her yerden öğrenciler, doktora tezi araştırmaları için bana başvuruyorlar, dünyaca meşhur bilim adamları, tarihçiler ve uzmanlar kütüphanemi ziyaret ediyorlar. Doç. Ünal Şenel'in sözlerini hiç unutmam: "Bu eserleri araştırmak ve yazmak için 40 uzmana ihtiyaç var…"
Bu da hiç abartılacak bir olay değildir. 14. asırdan kalma el yazması kitaplar. Bunların arasında çok değerli Kuran- Kerim de bulunuyor. Toplanan on binden fazla şiir, beş bin halk türküsü, binlerce kitap, değerli evrak, gazete ve dergi. Bunların kıymetini ve içeriğini saatlerce değil, aylarca anlatsam, bitiremem…
Emel BALIKÇI
Editörün notu; Çok değerli yazar ve araştırmacımız Emel Balıkçı, bu ibret verici vesikayı iki yıl öncesi kaleme almış ama bizim elimize yakında geçti.Müellif, bir kez daha Altın kalpli Atakan amcanın tükenmez azmini tanıtmakla kalmıyor, onun bütün insancıl çığlığını, çağrışımını, üzüntüsünü ve ızdırabını, hepimizin omuzlarına yıkmaktı çabası. Acaba, bütün bunları kavrayabilecek, duyarlı ve cesur yürekler kaldı mı aramızda? Atakan amcanın bizlere emanet etmek istediği bu zengin mirası, ne zaman Kırcaali’nin veya Bursa’nın merkezinde bulunan altın kafese yerleştireceğiz…