Dil, inanç ve tarih birer köprüdür

***  Dünya 'Lanet Anıtı' dikmedi. Lanet Anıtı olsaydı, vatandaşlarına zulüm eden devletler duvarına, Bulgaristan'ın adının yazılmasında ısrar ederdik. 20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla geçerken de, bir asır boyunca süregelen tüm olumsuzluklara rağmen, manevi köprüleri korumaya, köprübaşlarını güçlendirmeye büyük çaba gösteren halk topluluklarından biri, yine biziz. Övgüye layık büyük milletlerden biri Türk milleti, Türk dünyası ve bu büyük Türk dünyası okyanusundan olan Bulgaristan Türkleriyiz bizler.

PAYLAŞ

   Biz, Bulgaristan'daki Müslüman Türkler, manevi köprülerde yürürken, bakınmayı severiz. Çok köprülü ortamda yaşayan bir halk topluluğu olarak, yeni günlere özenle hazırlanmak zorundayız. Son aylarda, vatan topraklarımızdan sille tokat kovuluşumuzun 30. yıldönümünü andık. Bu, kutlanacak bir tarih ve yıldönümü değildir. Soykırımı olduğundan dolayı, aslında bu utanç tarihi, bir lanet günüdür.

   Dünya “Lanet Anıtı” dikmedi. Lanet Anıtı olsaydı, vatandaşlarına zulüm eden devletler duvarına, Bulgaristan’ın adının yazılmasında ısrar ederdik. 20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla geçerken de, bir asır boyunca süregelen tüm olumsuzluklara rağmen, manevi köprüleri korumaya, köprübaşlarını güçlendirmeye büyük çaba gösteren halk topluluklarından biri, yine biziz. Övgüye layık büyük milletlerden biri Türk milleti, Türk dünyası ve bu büyük Türk dünyası okyanusundan olan Bulgaristan Türkleriyiz bizler.

   Bu çabalarımızda bizi ileri taşıdığına inandığımız ve en fazla önem verdiğimiz üçayak var.

Bir: Dil bir köprüdür.

İki: İnanç bir köprüdür.

Üç: Tarih bir köprüdür.

   Bu köprüleri kullanabilenlerin yolu kültüre ve uygarlığa (medeniyete) çıkar. Bu üç köprünün en önemli işlevlerinden (fonksiyonlarından) biri ise, toplamak ve birleştirmektir. Birleşmemizin ilk durağı tarihimizdir. Biz, tarihimizde buluşamazsak, birleşip bütünleşemezsek, kimliğimizi yarınlara taşıyacak değerlere sahip çıkamaz, parçalanıp gideriz.

   Tarihte kaybolan çok millet var. Tarihimizi bölen nedir? Yalan yanlış iddialar ve olaylardır. Bulgarların, Bulgaristan'daki Türk kardeşlerimizle ilgili “İslamlaştırılmış Bulgarlar” demesi ve bu esas üzerinde dilimizi, okullarımızı, anadilimizde konuşmamızı, yazmamızı, haberleşmemizi, adetlerimizi ve hayat tarzımızı sürdürmemizi yasaklamasıdır. Bu yalan üzerine kurulan devlet siyasetine asimilasyon dedik, asimile olmak istemeyen ve zorbalığa karşı direnen kardeşlerimizin katledilmesine de soykırım dedik. Sıralanan, bu yasakların arasında en tehlikeli olansa, annelerin çocuklarına anadillerini öğretmesine, evlatlarımızın Türk anaokuluna ve okuluna gitmesine mani olmasıdır. Bulgaristan’da böyle bir yasak var.

   Biz anneler, evlatlarımızın temel dil olarak, Bulgar dilini ya da başka bir milletin dilini öğrenmesine kesinlikle karşıyız. Halkın üzerinde bu baskı artık 140 yıldan beri devam ediyor, değişik şekillerde tırmandırılarak şoven bir ortamda, ayrımcılık şiddeti yaşayarak sürünmek zorundayız. 1878’de esir düşmüş, tutuklu kalmış ve özgürlüğüne bir türlü kavuşamayan bir etnik azınlık olduk...

   Bu süreç içinde bizim Türk tarihi, Bulgaristan Türkleri tarihi ve Türk Dünyası tarihi, edebiyat, sanat ve kültürü hakkında bilgi eksikliğimiz olduğu gibi, bir de bu eksik sürekli artıyor. Bu yolda önümüze dizilen bir sürü engeli aşmak için sürekli çalışmak, birlik olmak ve ortak çıkış yolu aramamız gerekiyor.

    Dil acımızla ilgili iki örnek vermek istiyorum. Bulgaristan’da en fazla seyredilen “bTV” televizyonu, 04 Temmuz 2019’da, Türklerin vatanlarından kovulmalarının 30. Yılında, bundan tam 30 yıl önce 20 yaşını doldurduğu gün, Haskovo’da yaşadığı mahalleye dayanan kara kamyona ev eşyalarını dolduran İsmigül Naim, kardeşi ve ana-babasıyla birlikte Bulgaristan’dan kovulur. Sofya Sanat Akademisi'nde Silviya Goranova ismiyle öğrenimi kesilir. Kardeşi Plovdiv (Filibe’de) Tıp Enstitüsü’ne gidip gelirken, ona da “Yolun açık, Türkiye’ye selam söyle!” dilekleri iletilir... Üç buçuk ay İstanbul’da kalan İsmigül, Konservatuar’ın Şan Bölümüne kayıt yapar, ama devam etmez. Kardeşi de Tıp eğitimine devam ederken, sudan sebeplerle keser ve eşyalarını satıp geri dönerler. İsmigül, Bulgaristan’da sanatçı ismi olarak Esil Düran adını alır, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) etkinliklerine katılır ve seçim kampanyalarında konserler verir.

   Jübile yaş gününe, 1970’li yıllarda ses sanatçısı Lili İvanova tarafından seslendirilen “Vatanım, ben seni düşünüyorum” (Az te mislya Rodino) şarkısını hazırlar. Bu şarkı, TV programında Bulgaristan’da yaşanan sözde “Soya dönüş” milli marşı olarak tanıtıldı. Güfte: Yanko Miladinov. Sözleri ise şöyle;

   “Düşünüyorum seni, Vatanım / İşitiyorum, içimde inleyen bir müzik gibisin. / Öpüyorum, gece gece ağaçlarını / Esiriyim kuşların, uyandığımda sabahları / Ve ufkunda bir güz şafağı patladığında / O bir kader acısı ve alın yazısı olarak, sesiz şair kaderini seçmek zorunda. / ”

   Kuşkusuz biz göçe zorlanarak alın yazgıları değiştirilenler, içinde “soykırım,” “zulüm,” “kültürel soy kırım,” “sefalete ve kör cahilliğe zorlayıp yok etme denemesi,” “eritilerek asimile etme,” ”cahillikte boğma,” gibi bir yazgıdan söz bile edilmeyen bir şarkıyı, güftesini ve notalarını kimin yazdığına, kimin söylediğine bakmaksızın asla ve asla “milli marş” kabul edemeyiz. Ahmet Doğan ve Mustafa Karadayı’nın bu konudaki görüşü ise hiçbir önem taşımaz, taşımıyor. Yapılan gerçekleri çarpıtma ve unutturma denemesidir.

   Sanat da bir köprüdür, fakat başka bir zamanın ve başka birilerin sanatı bizim gönlümüzü dolduramaz. Biz sizden Bulgaristan'daki Türklerin, 1989 acısını (kendinizin de acısını yaşadığınız gibi) anadilimizde dinlemek isteriz. Sizin İsmigül’den Esil Düran olmanız, sanatçı notunuzu yükseltmez. Şarkının klibini Rila – Pirin Dağları tepelerinde rüzgârlı havada çekmeniz, bizim gamımızı ne söküp alır, ne de düşmanlık bahçesine saçar. Biz, kovulmuş ve dış ülkelerde sürünürken, o dorukların hiç biri Vatan kokmaz, olamaz… Anadilimizde ve gönlünden geldiğince bir denemede bulunmanızı öğütlüyoruz. Doğum gününüz mutlu olsun. Bu vesileyle Esil Hanım, önce kendi değerlerimiz ve ardından diğerleri derken, Belçikalı dil bilimci, Johan Vandewalle’nın, kendi kalemiyle Türkçemiz hakkında yazdıklarını, esin kaynağı mahiyetinde, dikkatinize sunuyorum:

   “…Anadili Türkçe olan bir kişinin kısa cümlelerle düşündüğü, konuşma anında ise bu kısa cümleleri çeşitli yollarla birbirine bağlayarak karmaşık yapılar kurduğu görüşündeyim. Bu “cümle bağlama eğilimi” bazı konuşurlarda zayıf, bazılarında ise adeta bir hastalık derecesinde güçlü olabilir. Bu son durumda ortaya çıkan dilsel yapılar, insan zihninin üstün olanaklarını en güzel şekilde yansıtıyor. Farklı dil gruplarına ait birçok dili incelediğim halde şimdiye kadar hiçbir dilde beni Türkçedeki karmaşık cümle yapıları kadar büyüleyen bir yapıya rastlamadığımı söyleyebilirim. Biraz duygusal olmama izin verirseniz, bazen kendime “Keşke Chomsky de gençliğinde Türkçe öğrenmiş olsaydı… “ diyorum. Eminim o zaman çağdaş dilbilim İngilizce’ye göre değil, Türkçe’ye göre şekillenmiş olurdu…” (Johan Vandewalle, çağımız dilbilimcilerinden Belçikalı dilbilimcidir. 35 dil ve lehçe bilmektedir. Gelmiş geçmiş en çok dil bilen Belçikalıdır.)

   Dünya düşüncesini örnek alalım ve anadilimize dört elle sarılalım. Çocuklarınızın Türkçe derslerine kaydını gecikmeden yaptırınız. Türkçe derslerini ziyarete geleceklerdir. “Oku, baban gibi eşek olma!” – bizim en değerli atasözlerimizden biridir. Okumuş insanlarla anlaşmak daha kolaydır.

Oya CANBAZOĞLU

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN