Deliorman Hatırları
* Büyük cihangir pehlivanların hep buradan yetişmesi zannımca bir tesadüf değil, vaktiyle kuvvetli ve seçkin adamların serhat bekçisi olarak buralara yerleştirilmiş olmasındandır.* Deliorman Türkü dindardır. Namazını kılar, orucunu tutar. Yalan söylemez, dolandırıcılık bilmez, hele içki, kumar, fuhuş gibi yasaklardan son derece kaçınır.* Deliorman Türkü terbiyelidir, misafirperverdir, çalışkandır. Köylerde hemen herkesin evinden birkaç adım uzakta misafir odaları bulunur. Bu odaların ekserisinde yaz kış ateş eksik olmaz.
Deliorman, Bulgaristan'ın kuzeydoğu kesiminde Rusçuk ile Varna arasında bir bölgedir. Kuzeyinde Tuna nehri, batısında Razgırad, güneyinde Şumnu, Yenipazar ve Pravadi kasabaları, doğusunda Dobruca havalisi bulunmaktadır. Toprağının mahsuldarlığı ile meşhurdur.
Vaktiyle burada balta girmedik ormanlar varmış. Bölge ismini bunlardan almıştır. Hâlen yer yer semaya yükselen ormanları mevcuttur. Eskiden suyu yoktu. Halk günlük su ihtiyaçlarını köyce kazdıkları gölcüklerden görürlerdi ki, bu hâl görülmeye değerdi. Gölcüklerde bir taraftan kaz, ördek sürüleri yüzer, bir taraftan iri ufak bütün ev hayvanları sulanır; bir taraftan da içilecek su alınırdı. İmkânı olanlar bir iki saatlik mesafelere giderek arabalarla temiz çeşme veya dere suyu getirirlerdi. Bu hâl senelerce böyle devam etmiştir. Nihayet 1928 yılından itibaren Bulgar Kralı Boris'in gayretiyle bölgeye yetecek kadar içme suyu getirildi.
Deliorman'ın ahalisi hemen hemen kâmilen Türk`tür. Bulgar ve diğer unsurlar pek azdır. Bizim küçüklüğümüzde birçok köylerde yalnız birer hane Bulgar dükkâncı bulunurdu. Çünkü Türkler dükkancılık yapmaz "Sen terazi tutma da kim tutarsa tutsun!" derlerdi.
Türkler vaktiyle Anadolu'nun muhtelif yerlerinden hicret ettirilerek buralara yerleştirilmiştir. Onun için birbirine komşu köylerin, hatta bir köyün mahallelerinin konuşmalarında ufak tefek telaffuz farkları hâlâ göze çarpar.
Meşhur Pehlivanlar
Deliorman Türkü sağlam yapılı, dinç, kuvvetli ve mert insandır. Merhum Koca Yusuf; Yörük Ali, Hergeleci, Filiz Nurullah ve Kızılcıklı Mahmud gibi nice meşhur pehlivanlar Deliorman'dan yetişmişlerdir. Bölgenin havasına diyecek yoksa da, susuzluğu dillere destan olmuştur. Buna rağmen büyük cihangir pehlivanların hep buradan yetişmesi zannımca bir tesadüf değil, vaktiyle kuvvetli ve seçkin adamların serhat bekçisi olarak buralara yerleştirilmiş olmasındandır.
Deliorman Türkü dindardır.
Namazını kılar, orucunu tutar. Yalan söylemez, dolandırıcılık bilmez, hele içki, kumar, fuhuş gibi yasaklardan son derece kaçınır. Küçüklüğümüzde içki içen bir kimse dinden dönmüş sayılırdı. Bir köyde oruç yiyen bir kimseden şüphe edilirse, artık onunla kimsenin bir münasebeti kalmazdı.
Kıyamet Alameti
1920'den sonra yeni açılan Türk mekteplerine hükümet lisan muallimi Bulgarlar göndermeye başladı. Türkler kendi mekteplerinin bütün masraflarına katlandıkları gibi, bu muallimlerin ücretlerini vermeye de mecburdular. Hiç unutmam, komşu köye Bulgar muallimi gelmiş, bir kocakarı namaz kılıyormuş. Bunu işitince aniden kendinden geçmiş ve namazı bozarak yanındakilere olanca avazı ile seslenmiş: "Evlatlarım tövbe edin! Dünyanın sonu gelmiştir. Bu kıyamet alametidir!.."
Biz yakın zamanlara kadar Hora oyununun Türklerden alındığını bilmezdik. Onu Bulgarlara mahsus zannediyorduk. Hattâ Türkiye'ye güreşlere gelen bir pehlivan dönüşünde bir düğünde arkadaşlarına bu oyunu oynatmış. Artık görenler, duyanlar pehlivanın ve arkadaşlarının altlarını, üstlerini bırakmadılar. Onların dinden döndüklerine hükmettiler.
Deliorman Türkü terbiyelidir,
misafirperverdir, çalışkandır. Köylerde hemen herkesin evinden birkaç adım uzakta misafir odaları bulunur. Bu odaların ekserisinde yaz kış ateş eksik olmaz. Misafir gelir diye dayalı döşeli temiz tutulur. Çok adamlar bilirim ki, yatsıyı cemaatle kılmadan akşam yemeği yemezler, misafir beklerlerdi. Zengince ağaların koyun ve keçi sürüleri bulunurdu. Bunlar büyük fıçılara peynir doldurur fakat kimseye bir kuruşluk mal satmazlardı. Köylünün istihsal ettiği katık ve yemiş kabilinden bir şeyi satmak görülmüş şey değildi. O büyük fıçılar gelene gidene, fakire fukaraya bile yetmiyordu. Köylünün satılık malı, hayvanlarıyla ekin arpa gibi mahsulat idi. Bütün komşular birbirleriyle iyi geçinirlerdi. Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat kaidesine son derece riayet ederlerdi. Gece ve sabah namazlarında cemaati camiler almaz, cemaate gelemeyenlerin hâli sorulur; icap ederse hemen yardımına koşulurdu. Kış günleri kır işi kalmadığı için köylüler serbestçe istirahat eder, akşamları odalara toplanarak sohbette bulunurlardı. Bu sohbetleri yaşlılar ekseriyetle yatsı namazından sonra caminin veya mektebin odasında yaparlardı.
Merhabalar...
Küçüklüğümde ihtiyarların sohbetini pek severdim. Babamla camiye gider; oradan çıkınca hep beraber cemaat odasına giderdik. Camiden çıkan ihtiyarlar birer birer oraya gelir. Her biri mertebesine göre hürmetle karşılanarak münasip yerlere oturtulurdu. Artık her gelene ayrı "Merhabalar!" denirdi. Her birinin hatırı sorulurdu. Artık sohbet başlardı. Ekseriya biri konuşur hattâ konuşturulur, diğerleri dinlerdi. Büyüklerin huzurunda gençlerin konuşması ayıp sayılırdı. Sohbetin konusu malumdu. Evvela günlük olaylardan bahsedilir, sonra avcılığa, daha sonra askerliğe ve muharebelere geçilir; bazen de ibretli hikayeler anlatılırdı. Gençlerin sohbet yerleri ayrı idi. Onlar malum bazı odalarda toplanır masallar söyler; şarkı ve türküler okur eğlenirlerdi. Bu maksatla köylerin delikanlılarının sık geldikleri ve bizimkilerin de onlara misafir gittikleri görülürdü.
Deliorman Türkünün dünya zevki
hemen hemen düğünlere münhasırdı. Gerek evlenme gerekse sünnet düğünlerine büyük ehemmiyet verilirdi. Düğünler Güz mevsimi geldi mi Deliormanlılar erkekli kadınlı kasabalara koşar, düğün pazarlığı görürlerdi. Nişanlı kızı veya oğlu bulunanlar, karşı tarafın büyük küçük bütün fertlerine bohçalar hazırlarlardı. Evlenmeler görücülük usulûyle yapılırdı. Ve bundan bugün iddia edildiği gibi hiçbir geçimsizlik, boşanma ve ayrılma meydana gelmemiştir. Nişanlılar düğünden önce katiyen birbirleriyle görüştürülmezdi. Komşu köye gelin gidecek bir kızın düğünü köyünde iki akşam, yani çarşamba ve perşembe geceleri yapılır. Perşembe günü gelin alınarak o gece güveği kapatırdı. Güveği kapamak gerdeğe girmektir. Düğün, güveğinin köyünde de iki akşam yapılırdı. Bu münasebetle çalgılar tutulur. Misafirlere ahenkler yapılırdı. Gece düğünlerini daha ziyade kadınlar yapardı. Düğünün ilk akşamına "kına gecesi" denir. Köyün kadınları, kızları büyük bir salona toplanır; türküler söyleyip oynarlar. Nihayet dağılma zamanı gelince genç kızlar, gelinin yanında kalarak hep beraber kına yakınırlar, yaşlılar evlerine giderler. İkinci gece hem gelinin hem güveğinin evlerinde takı yapılır. Takıdan maksat hediyelerin verilmesidir. Gelinin takısı başının üzerinde tutulan bir bohçaya konur. Güveğinin takısı daha mutantan olur. Yatsı zamanı çalgılar, sokaklarda dolaşarak ahaliyi takıya davet eder. Millet güveğinin evine toplanır. O zaman sırtlarına birer cübbe atılır. Artık babasından başlayarak bütün hısım ve akraba, konu komşu hediyelerini getirerek güveğinin önüne bırakırlar. Güveği ile sağdıcının ellerine de paralar koyarlar. Buradaki hediyelerin ekserisi kap kacaktır. Takının bittiği silah sesleriyle ilan edilir ve güveği ile sağdıcının sırtlarından cübbeler alınır. Kendileri de hızla oradan uzaklaşırlar. Bu arada güveğinin önüne bir bakır içine biraz su konur. Güveği bu bakın devirerek gider. Takıdan sonra o akşamki düğün bitmiştir. Ertesi gün perşembedir. Gelin alıcı günüdür. Gelinle güveği aynı köyden iseler gelin almanın fazla merasimi yoktur. Ayrı köyden iseler iş değişir. Gelinin bineceği araba çeşit tentelerle süslenerek üzeri kubbevari örtülür. Bu arabaya mümtaz hanımlar ve güveğinin yakınları biner. Artık kimisi kadınlara kimisi erkeklere mahsus olmak üzere birçok at arabası meydana çıkar ve tıklım tıklım dolar. Bazen 40-50 araba gelin alıcı kafilesi yola revan olur.
Yürükler
Yollarda çalgıcılar muhtelif havalar çalar. Gelinin köyüne birkaç kilometre yaklaşınca haberci mahiyetinde birkaç at yarışarak köye gider. Bunlara "yürük" derler. Hangisi birinci gelirse ona gelinin cihazından (çeyiz) bir gömlek; ikinciye peşkir, üçüncüye çevre (yemeni) vesaire verilir. Bu arada gelin alıcı kafilesi beklenmektedir. Yürükler dönüp gelince tekrar yola revan olurlar. Köye vardıklarında bütün arabalar köylüler tarafından taksim edilir. Zaten düğün gününden önce köylüler toplanıp kimin ne kadar misafir alacağı kararlaştırılır. Buna "kavil" derler. Bakarsınız bazı ağalar beş araba, bazıları üç araba misafir almış evlerine götürüyorlar. Bu misafirlere türlü yemekler ikram olunur. Yemekten sonra delikanlılar soyunarak güreş yaparlar. Nihayet çalgılar arasında gelin arabaya bindirilerek köye dönülür. Köyde yapılacak başka merasim yoktur. O akşam, yatsı namazından sonra güveği kapanır, yani gerdeğe girer.
Deliorman Türkünün en büyük zevki, eğlencesi at koşuları ve güreşlerdir. Bunlar ekseriyetle sünnet düğünlerinde yapılır. Koşu atlarına "yürük" denir. Bu hayvanları birçok köylü, sırf zevk için besler ve davet olunca düğünlere giderek koşulara iştirak ederler.
Ahmed DAVUTOĞLU