Sadık Dede

Tuna boyundaki Kalaraş kasabasına ulaştığımda, benim köyümün artık Bulgaristan'da kaldığını öğrenmiş oldum, çünkü Güney Dobruca artık Romanya'ya ait değilmiş. Hudut sınırını bir türlü geçemedim. Daha sonra, benim ailemin Türkiye'ye göç ettiğini öğrendim ve üzüntüden tamamen yıkıldım, böylece bütün aile bağlantılarımı tamamen yitirmiş oldum. Artık yeni ailemle yaşamaya mecburdum, zaten üç tane oğlum olmuştu...

PAYLAŞ

Senelerden 1989, Mayıs ayının başı. Köyümüzün tüketim kooperatifi, bir Romanya-Macaristan gezisi düzenliyordu. Bende yazıldım ama bir gün kala henüz emniyetten (DS) şahsım için olumlu izin cevabı çıkmamıştı. Benimle beraber daha üç kişiye yurt dışı izni verilmemişti. Artık bütün umudumu yitirmiştim, fakat geziye bir gün kala, kooperatif başkanı telefondan bana seslenerek, seyahata katılma iznimin verildiğini ve derhal yolculuğa hazırlanmamı bildirdi.

Bu olumlu gelişmeye çok sevindim ve ertesi sabah, 50 kişilik bir grup erken saatte yollara koyulduk. Rusçuk'taki Tuna köprüsünden geçerken, birkaç günlüğüne yurdumuza “Hoşça kal!” bile demiştik. Otobüsteki turistlerin hepsi benim köylüm oluyordu ama aralarında hiç tanımadığım birisi daha vardı. Bükreş'e ulaştığımızda, kafile yöneticisine, bu yabancının kim olduğunu sormadan edemedim. Aldığım cevap şuydu;

"Söylerim ama benden duymamış ol, bu kişi emniyetten ve gezi esnasında senin ve diğer sonradan izni çıkan kişilerin “gölgesi” olacak, yani o kişi sizleri yakından takip edecek ve gezimiz boyunca onun gözetiminde olacaksınız. Bunun için çok dikkatli olmanız gerekiyor!” deyip kestirmişti.

Zaten zamanlar çok kötüydü, ülkemizdeki Türklere karşı uygulanan katı asimilasyon politikasını artık bütün dünya biliyordu. Türkçe konuşmak ve Türk isimlerimizle birbirimize hitap etmek çoktan yasaklanmıştı. Tabi ki, bizler yine de gizlice ana dilimizde sohbet etmeye fırsat buluyorduk...

Gezinin ikinci günü, Romanya'dan Macaristan'a geçmeden önce bir turistik tesiste mola verilmişti. Kimimiz sigara yakmıştı, diğerleri su içiyor veya bir şeyler atıştırıyordu. Ben ise yöneticimizle tatlı bir sohbete dalmıştım, kendisi biraz Romence bildiğinden dolayı, bana gördüğümüz tarihi yerlerden bahsediyordu. Tam bu sırada yaşlı bir kişi, bisikletinden inerek, yanımıza yaklaştı ve otobüsümüzü göstererek “Bulgariya" diye seslendi. Grup yöneticisi, kendisine hemen Romence cevap verdi ve ikisinin arasında kısa bir diyalog gerçekleşti. Bir ara bana dönerek, “Yahu, arkadaş Türk'müş!” dedi. Ben şaşkınlık içindeydim, yöneticimiz durumu anladı ve hemen diğerlerini oradan uzaklaştırarak, ikimizi yalnız bıraktı.

Bu yaşlı adama hemen kendimi takdim ettim ve benim de bir Türk olduğumu izah ettim. Ona, ülkemizdeki Türklerin nasıl isimleri zor gücüyle değiştirildiğini anlatmaya başladım. Bizlerin sabrı o dönemde artık iyice kemiğe dayanmıştı ve havada uçan kuştan bile bir kurtuluş medeti umuyorduk. Anlattıklarımın karşısında adamın yüzü üzüntüden birden bire soluverdi, gözleri nemlendi. İsminin Sadık olduğunu belirtti, aslen bizim Silistre'nin bir köyü olan Göller'denmiş ve çok uzun yıllar öncesi, kendisi henüz daha 16 yaşlarında iken onu Köstence'nin bir köyüne çoban vermişler. Çalışkanlığından dolayı, boyarı onu çok beğenmiş ve daha sonra kızınla evlendirmiş. O zamanlar şimdiki gibi iletişim yokmuş.

Pür dikkat onun anlattıklarına odaklanmıştım;

"Sonraları öğrendiğime göre, kayın pederim, bizim oralardaki Türklerin Anadolu'ya göç ettiklerini duyunca, otlakların bol olmasını bahane göstererek, ailesini ve koyunlarını uzaktaki Karpat dağlarına sürmüştü. Böylece benim ailemin göç ettiğinden hiç haberim bile olmadı. Uzun yıllar sonra, kendi köyümü ve ailemi ziyaret etmeye niyetlendim. Tuna boyundaki Kalaraş kasabasına ulaştığımda, benim köyümün artık Bulgaristan'da kaldığını öğrenmiş oldum, çünkü Güney Dobruca artık Romanya'ya ait değilmiş. Hudut sınırını bir türlü geçemedim. Daha sonra, benim ailemin Türkiye'ye göç ettiğini öğrendim ve üzüntüden tamamen yıkıldım, böylece bütün aile bağlantılarımı tamamen yitirmiş oldum. Artık yeni ailemle yaşamaya mecburdum, zaten üç tane oğlum olmuştu..."

Sadık dedeyle sohbetimiz koyulaştı ama artık bizimkiler otobüste yerlerini almışlardı. Aynı yılın sonuna doğru, Romanya ve Bulgaristan'daki komünist rejimler yıkılmıştı, fakat Sadık dedenin akrabalarına kavuşup kavuşmadığını ben bilmiyorum. İşte bu soruyu kendi kendime hala sormaktayım...

Habil KURT

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN