DAĞ ÇİLEĞİ

Sizlere çocukluğumda ailemizin hayvanlarını güderken, koyun ve sığırların nasıl bükülüp su içtiği soğuk pınarları anlatayım. Bir de unutulmaz gizli dağ çileği hatıralarım var benim. Bu anım asıl nasıl canlandı bende.

DAĞ ÇİLEĞİ

İnsan yaşı ilerledikçe, çocukluk dönemine özlem duyuyor,  hatıraları garipsetiyor insan yüreğini.

Gelin bu sefer siz değerli okurlarımı bizim oralara götüreyim. Rodoplar’ın  dağ eteklerindeki serinliklere.

Bursa sokaklarından, kirli siyasetten, şatafatlı gösteriş meraklısı siyasetçilerden uzak kalalım bir an için.

Sizlere çocukluğumda ailemizin hayvanlarını güderken, koyun ve sığırların nasıl bükülüp su içtiği soğuk pınarları anlatayım. Bir de unutulmaz gizli dağ çileği hatıralarım var benim. Bu anım asıl nasıl canlandı bende.

Mahallemizin sebze pazarı günüydü. Çilek zamanı. Pazara çıktığımda bir köylü kadını bir köşecikte oturmuş, önüne koyduğu sepetin içindeki çilekleri göstererek; “Dağ çileği bunlar, dağ çileği!” diye seslenerek, müşteri çekmeye çalışıyordu ama gür sesli pazarcıların anırmaları arasında kayboluyordu kadının cılız sesi.

Dağ çileği sözleri ve kadının köylü kıyafeti, beni bir anda 1954 yılına, benim çocukluğuma götürdü. Sepetin başına büküldüm. Sepetten bir çilek alarak kokladım. “Hakiki dağ çileği, oğlum!” dedi bir kez daha köylü kadın ama bende bir kere derin anılar canlanmıştı ve fiyatını bile sormadan bir kilo çilek istedim. O anda, fiyatını sormanın hiçbir önemi kalmamıştı.

O yıllarda bizim oralarda, babalar çocuklarına karşı besledikleri sevgiyi açıktan göstermezlerdi. Çocuklar da ilk önce dertlerini analarına anlatırlardı. Ana, uygun görürse eşi, yani baba ile bunu paylaşırdı. Ben babamdan ilk sıcak tebessümlü saç okşayışımı ve “Aferin, benim oğluma!” sözlerini ilkin on yaşındayken almıştım. Bunun sebebi de, 1954 yılında Eylülcü Çocuk gazetesinde çıkan bir yazım olmuştu…

Ailemin en büyük evladıydım ve çobanlık işi genellikle bana kalıyordu. Çünkü benden sonra gelen küçük kız kardeşim hayvanlarla baş edemezdi.

Bir gün yağmur yağmıştı. Yağmurdan sonra, güneşle birlikte, ben yine düştüm bir inek, bir düve, beş koyun ve bir eşeğin peşine. Köyümüzde,  bizim sülale en geniş otlak yerine sahipti.. Büyük dedemiz 17 yıl boyunca Osmanlı Ordusu’nda mülazım subayı olarak görev yapmış. Sağ olarak, muhafızları ile köyümüze döndüğünde, köylü halkı, aile fertlerini alıp gitmemesi için ondan ricada bulunmuşlar. Köyün büyüklerinden gelen bu talebi kıramamış ve böylece köyümüzde kalmış. Rahat bir hayat için bayağı toprak satın almış yer sahiplerinden.

Sülalemizin oradaki adı Mülazım oğulları idi. Bu ismi Türkiye’de taşıyan amcaoğullarımız ve torunları var. Kısacası hayvanlarımızı rahatlıkla otlatabileceğimiz, Alaylası dediğimiz mevki bizim kendi mülkümüzdü. İçinde yaz kış akan pınarı vardı.

Akşam olmak üzereydi, sahip olduğumuz iki belin altından küçük bir dere akıyordu. Derenin yamaçlarında, hakiki dağ çilekleri yetiştiğini, ben  zaten geçmiş yıllardan biliyordum. İnip, bir bakayım dedim. Öyle çok çilek olmuş ki, sevinçten yerimde zıplıyordum. Toplayıp evdekilere de götürecektim. Kıpkırmızı çilek tanelerini tek tek, ezilmesinler diye, birkaç tane uzun ota boncuk gibi dizdim. Karanlık basıyordu ve artık dallarında çilekler görünmez oldu. Bu arada hayvanları hepten unutmuştum. Bizim meradan hayli uzaklaşmışlardı, onları topladım ve böylece köyün yolunu tuttuk. Benden ve hayvanlarımızdan başka dışarıda kimse kalmamıştı. Biraz korku içinde etrafımdaki karanlığı süzerken, saçlarım diken diken oluyor, eşeğin üzerinde yavaş yavaş ilerliyorduk.

Köyümüzün girişine vardığımda, korku üzerimden gitmiş, dağ çileklerini ailemle birlikte nasıl yiyeceğimizin hayalini yaşıyordum. Canım anacığım yollara dökülmüştü, acaba gızanıma bu karanlık gecede bir şeyler olmuş mudur diye. ”Nerede kaldım be, evladım, korkuttun bizi!” dediğinde, benim elimdeki çilek dizilerini göstererek, geç kalmamın sebebini işaret ettim. “Hay, maşallah, be,  bunlar ne bu kadar çok!” dediğini asla hiç unutamıyorum…

 Sizleri bir an için, yeşil ve mağrur Rodoplar’ın, o serin yaylalarına, hayalen de olsa, götürebildiysem ne mutlu bana!

Zülkef YEŞİLBAHÇE


 

Bakmadan Geçme