BU KIŞ ZOR GEÇECEKMİŞ

Kış zor geçecek diyorlar çok bilenler, yorumcular, fütüristler (geleceğe dair hariçten gazel okuyanlar) ve haberciler. İçimden gülmek geliyor. Sonra babam aklıma geliyor. Göz bebeğimde yaşlar beliriyor. Akmıyor, damlamıyor. Boğazıma gelip ham çökelek gibi bir şey oturuyor. Sanki gözlerime gidecek olan yaşları engelliyor...

Istrancalı çobanın not defterinden...

BU KIŞ ZOR GEÇECEKMİŞ

Kış zor geçecek diyorlar çok bilenler, yorumcular, fütüristler (geleceğe dair hariçten gazel okuyanlar) ve haberciler. İçimden gülmek geliyor. Sonra babam aklıma geliyor. Göz bebeğimde yaşlar beliriyor. Akmıyor, damlamıyor. Boğazıma gelip ham çökelek gibi bir şey oturuyor. Sanki gözlerime gidecek olan yaşları engelliyor...

1956 - 1957 yılının kışı. Kar üstüne kar yağdı. Büyüklerimiz öyle diyorlardı. Kar, 60 gün kalkmamış. Ben kapıyı açıp baktığımda, sadece kar yağdığını biliyorum ve kapat kapıyı içerisi soğuyacak diye bana bağırıldığını. Ben daha okula gitmiyorum. Abimler, gidiyordu. Annem de beni alıp komşulara gidiyorduk. Bir samanlıkta kalıyorduk. Samanlık, üstü çavdar sapı ile kaplanmış. Penceresi yok. Samanlık dediğim iki tarafa sarkıtılan çadır hayal edin. Tavanı yüksek ve epey de uzun. En dipte samanlar depolanmış. Orta bölümde hayvanlar, giriş bölümünde de biz kalıyoruz. Girince ortada bir koridor vardı. İki yanlara buğday çuvalları, un çuvalları ve günlük kullanılacak gıda maddelerinin olduğu sandık. Çuvalların üstüne bir kaç tahta şekli verilmiş uzun ağaçlar ve üzeri yataklarımız. Aman hayvanlar üşümesin! Üzerlerine de tavan gibi bir şey uydurulmuş, tavan arasında kurutulmuş yonca ve diğer ot demetleri gözüküyordu.

Mısır koçanı kapçıklarından imal edilmiş hasır bol, onları da duvar kağıdı niyetine sağa sola çekmişiz. Hepimiz iç içeyiz, küçücük yer. Birbirimize öyle anlaştık ki, babam camiden geç gelse onu özlüyoruz. Hayvanları arada bir suya çıkarmak için, koridor denilen yere kurulan sobayı kaldırıyorlar. Bu işlem bir kaç günde bir tekrarlanıyor. Hayvanlar hava alsın! Yoksa, onlara suyu kovayla veriyoruz.Soba borusunun çıktığı yerde, çevresinde az bir aralık var, ışığı oradan alıyoruz ve içerisi o kadar aydınlık oluyordu ki, annem, rahatlıkla örgüsünü bile örüyordu.

O kış biz de, hayvanlar da, fareler de yaza çıktık. Köyde kiralanacak ev yok. Herkesin kendine anca yetiyor. Başka köye gitmek için imkan, yani para yok. Ama biz çok mutluyduk. Kış bu, erkenden akşam oluyor. Babam, bize 9 yaşlarında kaybettiği annesini anlatır ve çektiği anasızlığı. Biz de Türk filmi seyreder gibi ağlıyoruz veya babam neşelenir türkü söylerdi. Biz de eşlik ederdik. Bir samanlıkta beş gönül bir oluca, gerçekten kendimizi sarayda sanıyorduk...Bazen de, karın yağmaya devam ettiğini görür, susar ve derin düşünceye dalardı. O gibi hallerinde biz de babamdan uzak dururduk. Annem; "Ne o, hasta mısın?" daldın yine derdi. Babam da oturduğu yerden şöyle mırıldanıyordu; " Kış çok sürdü, galiba, böyle giderse, saman yetmeyecek!"

O günler çok uzakta kaldı. Neredeyse bir çağ atladık. ''Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?'' Hasılı zor kışlara alışkınım. Bir dayımız vardı. Topal Naim, Çanakkale Savaşı'nda istihkamda ayakları donmuş ve kesmişler. Kış zor geçerse, onu hatırlarız. Ekonomik savaş bu! Doğal gaza zam gelmiş. Hava da sabahtan beri aralıksız yağıyor. Ekim ayı yerine, Kasım'a mı girdik, ne? Bu yağmurlar çok sürerse güz ekimi de yapılamaz.

Köylü bizim efendimiz. Efendimize bir dua edin! Nasıl olsa, her şeyi Allah'a bıraktık...

Şaban Ali AYDIN,

Istranca Dağı

Bakmadan Geçme