Son dönemde, Mefkure ve Rıza Mollov için yazılmış kitapları, içimi çeke çeke okudum.
Aman Allah'ım, nedir bunca baskı ve zorbalık, nedir bu haksızlıklar, nedir bunca kin ve nefret?
Bahsettiğim bu iki kitabı, araştırmacı yazar Prof.Dr. Zeynep Zafer, geçenlerde Şumnu Kültürevi Kütüphanesi'ne bağışladı. Buradan kendisine çok teşekkür ediyorum!
Bence, en kayda değeri, Bulgaristan'daki Türklerin yakın tarihte başına gelenleri dillendiren bazı kitapların Türkçe'den Bulgarca'ya tercüme edilmesi olacaktır.
Başımızdan geçen bütün olumsuzlukları, ülkemizde yaşayan diğer etnosların temsilcileri de öğrenmeli, özellikle de Bulgarlar, bu kitapları okumalı diye düşünüyorum...
Bizim bir çok entelektüelimizin yaşam öyküsüne ve onların başarılarına değer vermek de bir tür toplumsal gelişimdir.
Mefküre ve Rıza Mollov ailesi gibi, yüzlerce eğitimli, bilgili ve aydın kişinin çektiği acıları anlatmaya hiç basit sözcükler yeter mi?
Yaşayan bilir, der hep atalarımız.
Yakın geçmişte bir berbat kültürel ve etnik asimilasyon süreci atlattık, adeta bir soykırımla yüz yüze geldik. Bir çok şehit verdik, manevi ve maddi hasarın haddi hesabı yok...
Ne yazık ki, günümüzde de o dönemden kalan bazı haksız uygulamalar devam etmekte.
Hem de ne biçim ve nasıl devam ediyor...
Bir ömür boyu, maddi ve manevi değerler uğruna can attık durduk.
Son zamanda aktif çalışan kurum ve kişilerin sayısı yükseldi.
Bir çok yerleşim yerinde, çeşitli dernekler, okumaevleri, korolar, folklor festivalleri gibileri aktif faaliyete geçtiler. Edebiyaçılarımız, sanatçılarımız, saz ustaları ve müzisyenlerimiz de devrede...
Ama, bütün bunlar kültürel kalkınmamız için yeterli mi?
Ana dili eğitimindeki sorun ve sıkıntıları çözmek için kaç adım atıldı dersiniz?
Yeterince öğretmenimiz, uzman bilir kişilerimiz var mı?
Bilgi edinilecek kurumlarımız neredeler?
Demokrasi ve özgürlük dedik, ama ne bir tam demokrasi gördük, ne de tam bir özgürlük yaşadık...
Hala geçiş dönemin bazı sıkıntıları ve baskılar devam ediyor.
"Çok konuşuyoruz" diye bize "dur" dediler.
Gerekenleri ve isteklerimizi uluorta dillendirdik diye, önümüze daha çok köstek attılar...
Hatta, birkaç kez alışılmışlığın dışında tehditlere maruz kaldık.
Toplumsal dava, özüne sırt dönen ve herhangi bir önemli görev alanların gözünde bizler "bölücü" olduk.
Ayol, bizden bölücü mü olur?
Vatanperverlik ve kendi etnik toplumuna adanmışlığın adı ne zamandan beri bölücülük oldu?
Bana bunu izah eder misiniz?
Ama karşıma çıkacak birilerini göremiyorum...
Engeller, perde arkasından pislikler, hasır altında yürütülen kirli oyunlar, yalan dolanlar, yalan uydurmalarla ad kirletmeler, kırıcı sözler, açıkça küfür edip saydırmalar...
Bir de, bizleri yok etmeye çalışanlarla, "sahneden indirmeye çalışanlarla" nasıl birlik olalım?
Zaman, her daim gerçekleri gösterecektir.
Bu dervan aynen böyle dönmeye devam edecektir.
Binlerce insanımız, bu "hak hukuk " sözcükleri uğruna ezildi, baskı gördü, çaresiz ve işsiz bırakıldı, adı uğruna onuru ve şerefi çiğnendi, cezalandırıldı, dayak yedi, yok edildi...
Bir çok değerli ve onurlu dava insanımız yaşarken hiç bir ilgi ve saygı görmedi, kimse kendilerini onulandırmadı, bir el uzatmadı...
Nice yüce kahramanımız öbür dünyaya göçtükten sonra, birileri çıkıp onlara "değer verdi", kendi siyasi propagandası için onların isimlerini kullanmakta hiç bir abes görmedi.
Ayol, nice kahraman yiğidimiz hayatayken, sizler nerede gizleniyordunuz?
Yoksa, onlardan korkuyor muydunuz?
Şimdilerde çok anma törenleri tertiplenmekte; ama paylaşılan yığınla fotoğraflarda çoğu zaman davamızla hiç alakası olmayan figüranları görmekteyiz...
Bütün bu suni ve yapmacık sözde "etkinliklerin" toplumsal gelişime bir yararı dokundu mu?
Evet, şimdi bizler de mi boş boş konuşan ve sadece bir yalakalık uğruna debelenenlerin zihniyetinle mi hareket edelim?
Haklısınız, kurtlar arasında kurt olmak gerek!
Ama hangilerinin arasında olmak gerek?
Ne yazık ki, Bulgaristan doğumlu, sanat, müzik, folklor ve edebiyatla uğraşan, yetenekli 4-5 çocuğumuzun gösteri ve konserlerini düzenliyoruz; fakat bir bakıyoruz ki, bizim alnı şanlı "Türk partisinin" Türk asıllı yöneticileri, bizlere bir Türkçe sunum hakkı ve izni bile vermiyorlar...
Hatta, ana dilimiz Türkçe ve Türk kültür özümüz uğruna çalışanların katılımlarına engel oluyorlar.
Bu ne biçim küstahlık, terbiyesizlik ve partizanlıktır?
Önümüze engeller koyanlar, güya "merkezden" bu yönde emirler alıyorlarmış.
Ayol, hangi yasakçı merkezden bahsediyorsunuz sizler?
Hani, bütün yurtta demokrasi ve özgürlük gelmişti?
Bütün bunlar çok üzücü durumlar, adeta kahrolmak elde değil.
Ah be, güzel kardeşim, hiç yakışmıyor bütün bunlar, ne görevinize, ne yaşınıza, ne başınıza...
Son birkaç haftadır yine olumsuzluklar yaşadık.
Okumaevimize yeni baskınlar düzenlendi. Yapan ve yaptıranlar yine "bizimkiler, yine "seçilmişler..."
Birileri bizim gibilerini ve genç kuşağın temsilcilerini tamamen sindirmek ve kendi tenha köşemize çekilmemizi istemekte.
Ne yazık ki, önemli pozisyonlara getirilmiş ve kendilerini bir siyasi kariyer uğruna satmış bazı "bizimkiler", isimlerini kanun dışı işlere bulaştırmakta, beğenmedikleri gençlerimizin iş akitlerini sonlandırmaya kadar gidebiliyorlar...
Lafın kısası, irençlikler diz boyu; ama bizler yolumuza zor bela devam etmekteyiz.
İllaki, zorbalıkların ve zorbaların sonu bir gün gelecek.
Nurten REMZİ,
Şumnu