Bir isyanı anmak ve idrak edebilmek
*** İnsanlıktan nasibini almayan bir devlet anlayışı ve yönetici vahşeti karşısında herkes şaşkın ve çaresizdi. *** Komünist mezaliminin baş aktörleri hep aramızdan sivrilen Türklerdi, onların asılsız ihbarları sayesinde nice düzmece siyasi dava sayesinde zindanlara mahkum ve sürgün edildik.*** En ön sıraya, gıcır gıcır takım elbiseler içinde sırıtan, bizim eski cellatlarımız ve sözde yeni 'özgürlük savaşçıları' adeta birer kızıl Çin askeri gibi sıra sıra dizilmişlerdi.
19 Mayıs Cebel isyanı kahramanlarını anarken - 2.
Bir isyanı anmak ve idrak edebilmek
Basit kelimelerle tarif edilmesi zor karanlık günler, Bulgaristan'daki Türkler için, 1985 yılının başından itibaren tüm hızıyla devam etmişti.
Akıl ucumuzdan bile geçirmediklerimiz bizim başımıza gelmişti. İnsanlıktan nasibini almayan bir devlet anlayışı ve yönetici vahşeti karşısında herkes şaşkın ve çaresizdi.
Kulaktan dolma gerçeklerle ve efsanelerle, kendi kendimizi avutuyor ve moral buluyorduk.
Biz bu devlete köle gibi hizmet etmekten ve sadık birer asker gibi ittihat etmekten başka ne yapmıştık?
Tabii ki, hiç bir şey!
Nasrettin Hoca’nın dediği gibi;
“Biz bu devlete ve millete haddinden fazla iyilik yapmıştık ki, o da haklı olarak, bize gaddar bir şekilde davranıyordu.”
Yapılan hiçbir iyiliğin cezasız kalmadığı acımasız bir dönemde, Cebel olaylarını duyduk, fakat Eski Zağra cezaevinin karanlık hücrelerinin aşırı can sıkıcı ve boğucu atmosferinde bunların ne kadar doğru olup olmadığını ilk başta pek idrak edememiştik.
Yıllar geçti ve başta Avni Veli olmak üzere, birçok siyasi mahkum arkadaşımla ve Cebel olaylarını tetikleyenlerin ağzından ayrıntılar dinleme fırsatım oldu.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün, yüce Anavatan Türkiye’mizin Kurtuluş Savaşı'nın başlangıç tarihinde, Cebel'de halk ayaklanmasının vuku bulması, Bulgaristan'daki Türkler için bu günü çok değerli ve anlamlı kılmaktadır.
Komünist mezaliminin baş aktörleri hep aramızdan sivrilen Türklerdi, onların asılsız ihbarları sayesinde nice düzmece siyasi dava sayesinde zindanlara mahkum ve sürgün edildik.
Zorunlu göç esnasında yine kırmızı biletliler sahneye çıkmıştı.
İşte bundan dolayı yıllar boyu, şahsen ben Cebel'de her yıl düzenlenen 19 Mayıs anma törenlerine hiç katılmamıştım.
Nihayet Enver Özkan, Muhammet Gölcüklü, Sabri Yılmaz ve Mehmet Yalçın gibi bazı Türk ülkücüleri ve sadık dava arkadaşlarımın ısrarı üzerine yıllar sonra ilk defa ben de Cebel'in yolunu tuttum.
Başta Türkiye’den gelen göçmen kitle çoğunluğunun, bu günün anlamını gereken şekilde pek idrak etmedikleri her yerde aşıkardı.
Sanki herkes, eski tarihlerde tertiplenen meşhur panayır eğlencelerine gelmiş gibi yeme ve içme derdindeydi.
Sıra sıra dizilmiş köfte ızgaralarının, göz yaşartan dumanı ve kalabalığın içinden geçerek nihayet kutlama alanına ulaştık.
Ortada protokol için hazırlanmış büyük bir sahne.
En ön sıraya, gıcır gıcır takım elbiseler içinde sırıtan, bizim eski cellatlarımız ve sözde yeni "özgürlük savaşçıları" adeta birer kızıl Çin askeri gibi sıra sıra dizilmişlerdi.
Büyükelçimiz ve diplomatlarımız da şen şakrak yanı başlarında yer almışlardı.
Kısacası eskiden ve şimdilerde bizlere kimler zulüm ettiyse, tam kadro en ön sıralarda boy gösteriyorlardı.
Bunlara ilave olarak da, bazı yalaka göçmen STK temsilcileri de yanlarında yeni yıl hindisi gibi böbürlenip duruyorlardı.
Sahnenin karşısında ise bindirilmiş kıtaların yanında o gün Cebel ayaklanmasının özünü zerre kadar idrak etmemiş, bedava turistik geziye gelmiş beyaz şapkalı bir insan topluluğu da alkış tufanı estirmek için sabırsızlanıyordu.
Nihayet program başladı ve muhtemelen liseli genç bir bacımız, eline tutuşturulan yalanlar dolu manzume metnini okumaya başladı.
İlk önce duyduklarıma hiç inanamadım,adeta abondene olm uştum.
Neymiş efendim, Bulgaristan istihbarat teşkilatının ( DS ) kadrolu elemanı Ahmet Doğan ismindeki Gayri Türk, güya 19 Mayıs Cebel olaylarını, görevi gereği bulunduğu Eski Zağra cezaevinden organize edip yönetmiş ve daha neler neler...
Bunca yalan fırtınası ve alkış tufanı karşısında şaşkınlık içinde başım döndü ve adeta midem bulandı, gerçekten derin üzüntüden gözyaşlarım sel oldu diyebilirim.
Olur olur da, bunca düzmece ve kuyruklu yalana ne gerek vardı? Bunca yalan dolana, nasıl olur da iki milyon vatandaşımız inanır ve sessiz kalabilirdi?
Bu gerçek destanı yazan kahraman Cebel halkı adına üzüntüm katlandıkça katlandı.
Bu gerçek isyana iştirak eden ve bundan dolayı Belene ve değişik cezaevlerine gönderilen siyasi mahkûmlar benim kader ve can dostlarımdı.
Sözüm ona o büyük protokol sahnesinin arka kısmındaki küçük demir merdivenin yanında şimdi sığıntı gibi durmaları ise beni tamamen perişan etti.
Fakat herkes halinden çok memnun gözüküyordu...
Bu acıklı tablo karşısında, büyük bir hüzün ve şaşkınlık içerisinde hemen oradan ayrıldım ve yol boyunca, kendi kendime şu soruyu sordum;
“Acaba, herkese gerçek bir lider diye yutturulan şu basit ihbarcı ve hain, o tarihlerde hayatında hiç Cebel’i harita üzerinde bile görmüş müydü?"
Tabii ki, hayır!
Zira ben bile, bir öz Kırcaali evladı olarak, daha önce bu güzide ve küçük kasabamıza hiç gitmemiştim.
Uzun yıllar boyunca, bahsettiğim bu kuyruklu ve düzmece yalanların karşısında, birçok devlet kurumu ve yetkilisi, göçmen kuruluşu yöneticisi ve Bulgaristan Türk Topluluğunun fertleri boyun eğdiler, alkış tuttular ve böylece bir dikta rejiminin azılı cellatlarına ve katillerine cesaret vererek yaşatmış oldular.
Hatta, kendilerini sırma köşklerde yaşamaya bile layık gördüler.
Geçenlerde bir dostuma, 30 yıl sonra, Cebel'de ne gibi değişiklik olduğunu sormuştum.
Aldığım cevap beni hiç şaşırmadı;
"Aga, kasaba girişindeki "Hoş geldiniz!" tabelası ve muhtarın odasındaki Cebelli tütüncü kızların tablosunu indirildiler..."
Anadilimizdeki masumane bir yol tabelasından ve duvarda asılı ince belli Cebelli kızlarının resminden bile rahatsız olan, komünist Ali'nin torunundan zaten başka ne beklenebilirdi...
Sebahattin AHMETOĞLU,
Ankara
Yorumlar 1
Ahmet Kitapçı 17 Ağustos 2020 09:16
Ellerine yüreğine sağlık çok güzel anlatmışsıniz fazlas söze gerek yok