BAZEN ŞAİRLER DE ALDATIR…

 Evvelden, ezelden çok iyi bilirim. Derler ki, şairler bir halkın, bir topluluğun gözü, kulağı, vicdanıymış. Hatta kimileri, bu kesimin duyarlılığını daha ötelere götürerek, şairlerin halkın çarpan kalbi, nabzı olduğunu da söylerler…

BAZEN ŞAİRLER DE ALDATIR…

   Evvelden, ezelden çok iyi bilirim. Derler ki, şairler bir halkın, bir topluluğun gözü, kulağı, vicdanıymış. Hatta kimileri, bu kesimin duyarlılığını daha ötelere götürerek, şairlerin halkın çarpan kalbi, nabzı olduğunu da söylerler…

   Bu yüzden olacak ki, şairlere oldum olası büyük saygım vardır. Dahası var. Haddim değilken, birtakım havalara kapılarak, zaman zaman şiir namına bir şeyler karaladığım da olmuştur...

   Geçenlerde Mehmet Çavuş’tan bir şiir kitabı geçti elime. Ekmekten sudan kesilerek, bir solukta aktardım adamın kitabını. Yapıtlardan hele bir tanesi, dikkatimi doğrudan doğruya mıhladı. Zira, bu şiirinde şair M.Çavuş, Ahmet Doğan denilen şahsı, başının üzerine alarak, onu, adeta koyacak yer bulamaz, hem de habbeyi kubbe yaparak... Ayrıca bu efendi, Atatürk, Kanuniler, Karaoğlanlarla kıyaslanır. Olağanüstü davalar peşinde koştuğu vurgulanır. Şair, sadece konu ettiği zat üstüne bu abartıları savurmakla yetinmez. Herkesten ona, ” kolları”nı, hatta gönüllerini açıp, bu ”granit taşı”nı kucaklamalarını tavsiye eder. Tek sözle, bu kahramanı adına, “güzelleme” üstüne “ güzellemeler” savurur...

   Bu, Doğan adındaki herifi, sadece Mehmet Çavuş değil, daha bir sürü yaratıcılar ele almışlardır.

   Aliş Sait, kendisini bizzat tanırsınız ya da tanımazsınız, kalburüstü, basbayağı bir sanatçıdır. Ağabeyi Mehmet Çavuş ile aynı koridorlarda koşamazsa da, şiir dalında bir hayli defter karalamış, kalem tüketmiştir. O da, M.Çavuş’un yere, göğe sığdıramadığı Doğan’ı bir başka bakış açısından ele alır. Alır da kitabının bir ucundan girer, öteki ucuna kadar, onu, kimi sağa, kimi sola savurur...

   Bu şiirlerden sadece bir tanesini hep beraberce okuyalım:

Ahmet Doğan ve Sen

“Ahmet Doğan,

Şeraton’da geçirsin vaktini,

Deniz boylarında geçirsin.

Sen durma yan, kavrul

Yaz sıcaklarında.

O, midesine mutluluklar içirsin,

Senin mecalin yok ayaklarında.”

   Aliş Sait, bununla yetinmeyip, Bulgaristan Türkleri, Doğan ve partisinin sayesinde, gasp edilen haklarını, hukuklarını sabırla, bir bir almayı uzun zamandan beri beklemişler, hala da beklemeye devam ederler... Amma, eni sonu ne olur? Çamura batarlar. Şair bu batışı dizelere döküyor. Aliş’e göre, anlam itibarıyla, Bulgaristan’daki azınlıkların öz be öz hakları, duvarlarda ve kapılardaki asılı tabelaların çivilerinde çakılı kalmıştır. Doğan, dedikleri şahıs ve adamları da soykırımcılara “bulaşık”tır.

   Demek ki, Türklerden, Müslümanlardan, en önemlisi de, dilimiz Türkçeden, kendini böylesine uzaklaştırmış bir kişiye hiç “kol”, kucak açılır mı? Günlerden, hatta aylardan beri sürekli bunu düşünüyorum: “Allah’ım, kime kol, kucak açalım, kimden de kaçalım? Bir de niye, yaşını başını almış şairler, sadece benim değil, böylesine hiç durmaksızın milletin başını karıştırıp duruyorlar?

Mehmet ALEV,

Kırcaali

 

 

 


 

Bakmadan Geçme