BAL-GÖÇ'TEKİ YÖNETİCİLİK YILLARIM, GÖRÜKLE'DEKİ ŞÜBEMİZİ NASIL KURDUK
* Siyasi mahkümlarımızdan Gazi Şaban GÜLER kaleme aldığı anılarında neler anlatmakta? * Anavatana geldiğimizin ilk yıllarında senelerce Balkanlar'da bizlerin haklarını savunan Bal-Göç derneğine üye olmuştum. Artık orada kalanlarının haklarını korumamız ve buralarda Balkanlar'daki kültürümüzü yaşatmamız gerekiyordu. * Beni üzen konulardan birisi, yönetimdeki arkadaşların, Nuri Turgut Adalı'yı her zaman, her konuda, her yerde ön plana çıkartarak, bizim gibi mücadele vermiş olan yüzlerce kişiyi ikinci plana atmaktı. * Kime gidip, 'Böyle bir dernekte yer alır mısın?' diye sorsam, olumsuz cevap alıyordum, çünkü biz soydaşlar bir şeyler almak için vardık, hep bizlere bir şeyler verilmesini istiyorduk.
Siyasi mahkümlarımızdan Gazi Şaban GÜLER kaleme aldığı anılarında neler anlatmakta?
BAL-GÖÇ'TEKİ YÖNETİCİLİK YILLARIM, GÖRÜKLE'DEKİ ŞÜBEMİZİ NASIL KURDUK
1991 yılının Ekim ayında Mesut Yılmaz Hükümeti, ani bir kararla seçime gitti. Bu seçimlerde Anavatan Partisi'nin vekil adayları için soydaşların arasında gece gündüz çalıştım. Soydaşların birçoğunun daha nüfus kabulleri gerçekleşmemişti. Mesut Yılmaz’ın nüfus kabul işlemlerinin hızlandırılmasının talimatına rağmen, bürokratik işlemlerden dolayı tam sonuç alınamadı. Bir sözle 1991 seçimlerinde soydaşlar Anavatan Partisi’ne olan sadakatini gösteremediler. Özal’ın partisinin başında olmayışı Anavatan Partisi’nin başında bir dönem Sayın Yıldırım Akbulut’un olması ve Sayın Özal’ın ailevi problemleri, partinin içindeki bazı yolsuzluklar yıpranmalara sebep olmuştu. Anavatan Partisi seçimleri kaybetti.
Bu durum Süleyman Demirel’in liderliğindeki Doğru Yol Partisi ve Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi'nin işine yaradı. 1991 seçimlerinde Anavatan Partisi’nin il başkanlığından istifa edip, Anavatan Partisi'nden adaylığını koyan Feridun Pehlivan’ın seçim bürosunda, tüm zor geçim şartlarımıza rağmen, bir grup arkadaşımla beraber yoğun çaba sarf etmiştik. Kendisi vekil seçilmesinden sonra bizlere iş ve güç konusunda yardımcı olacağı sözlerini unutuverdi. Bir sözle, yakın çevresinden olanlar sayesinde, biz itilip bir kenara atılıverdik.
Oysa ben ve diğer arkadaşlarım seçim kampanyası esnasında bütün gücümüzle çalışmıştık. Ben kapı, kapı dolaşarak Anavatan Partisi’nin saflarına beş yüz kişinin üzerinde üye kazandırmıştım. Benim bu sadakatle çalışmam Osmangazi ilçe başkanının gözünden kaçmamıştı. Sayın Bener Özcan’la daha sonraki yıllarda Bal-Göç yönetiminde soydaşların problemleri ile ilgili vazife icabı daha uzun bir müddet görüşmelerimiz devam etti ve kendisinin ufak tefek yardımları da dokundu diyebilirim.
Sonraki yıllarda, yapılan seçimlerde bazı kişilerce ve bazı parti liderlerince nasıl kullanıldığımızı açıkça görmeye başladık. Bütün bu gelişen olaylarla birlikte, gün geçtikçe partilerle arama mesafe girmeye başladı. Bilhassa bir lider, bir şahıs kolayca bir partiden bir partiye geçebiliyorsa, herhangi bir partinin il başkanlığı yapmış olan bir şahıs olsa bile, çıkarları uğruna parti değiştirebiliyorsa, diyecek pek bir şey kalmıyordu. Bir liderin, yalnız, yalnız bir defa ve bir defa daha milletvekili kalabilmesi için partisinden vazgeçerek başka bir partiye geçebiliyorsa, parti ideolojilerinin hiçbir anlamı kalmamaktadır. Hatta onu o partiye getiren seçmenin oyuna rağmen parti değiştiriyorsa, o partiye oy vereni “keriz” yerine koymaktır.
Oysa biz, Türklüğümüzü korumak için, o geldiğimiz topraklarda Türk varlığını yaşatabilmek için, iktidardakilerin nice teklifini, önümüze sunulmuş olan nice fırsatları elimizin tersiyle itip cezaevlerini seçmiş, ölümü bile göze almıştık.Bulgaristan’da uzun yıllar ceza evlerinde kalmamın neticesinde, sıhhatimde oluşmuş olan rahatsızlıklar epey ilerlemişti ve çalışamıyordum. Bir sözle, işverenlere göre artık herhangi bir kuruluşta tesisatçı, montajcı ve bakımcı olarak çalışacak uygun bir eleman değildim.
Ancak milli davalarda vatandaşa yardımda bulunabilmek için bir şeyler yapmak ise içimden geliyordu. Daha Anavatana geldiğimizin ilk yıllarında senelerce Balkanlar'da bizlerin haklarını savunan Bal-Göç derneğine üye olmuştum. Artık orada kalanlarının haklarını korumamız ve buralarda Balkanlar’daki kültürümüzü yaşatmamız gerekiyordu. Gördüm ki, Sayın kurucu Başkan Mümin Gençoğlu’nun yönetimindeki örgütte, bizlerden yani yeni gelen soydaşlara pek yer ayrılmıyordu. Senelerce, kendisinin bizler için yaptıklarını önemsemiyor değilim, hatta sağlığında önünde eğildiğim kişidir kendisi. Nur içinde yatsın merhum Mümin Agamız!
Mümin Gençoğlu’nun vefatından sonra, avukat Hasan Altınsoy başkanlığında oluşan yönetim kuruluna katılmam için teklif gelince, seve, seve kabul ettim. Yönetimde kaldığım süre boyunca, anladım ki, bazı olaylar, bazı görüşmeler ve çalışmalar siyasi partilerdeki çalışma yöntemlerinden pek farksız. Bütün yalakalıklarıyla ve yalpaklıklarıyla başkanın etrafını çevrelemiş olan gruplar, her an kendi çıkarları uğruna derneğe ve başkana karşı harekete geçmeye hazır pusuda bekliyorlardı.
Ne yazık ki, bu üç beş kişi başkanın güvenini kazanmış kişilerdir. Bütün kararlar, bütün düşünceler, onların düşünceleridir. Diğerlerinin fikirleri yine bu şahısların kararlarıyla gündeme gelebilir. Bizler diğer üyelere ise yalnız evet demek ve imzamızla kararları kanunlaştırmak kalır. Zannediyorum ki, yönetimde kaldığım sürece azimle, kalbimin sesini dinleyerek, maddi sıkıntılarıma rağmen, bütün gücümle çalıştım.
Beni üzen konulardan birisi, yönetimdeki arkadaşların, Nuri Turgut Adalı’yı her zaman, her konuda, her yerde ön plana çıkartarak, bizim gibi mücadele vermiş olan yüzlerce kişiyi ikinci plana atmaktı. Böylelikle partiler ve diğer resmi kuruluşlar sadece bir kişiyi Bulgaristan olaylarında mücadele vermiş olarak görmeleri normal karşılanmalı. Tabii ki, Nuri ağabeyin yaşından, cezaevinde geçirdiği senelerden ötürü, ben ve diğer arkadaşlarım ellerinden öper ve saygıyla önünde eğiliyorduk. Diyorum ki, ben ve diğer dava arkadaşlarım da bazen sayılıp hatırlanmak istiyorduk.
Birçoklarımız, geçimini sağlayabilmek için, ilerlemiş yaşlarına rağmen, inşaatlarda çalışıyordu. Bazıları uzun süre cezaevlerinde kalmış, durumları içler acısıydı. Bu tür zor durumda olan arkadaşlar araştırılıp ve tespit edilerek, kendilerine yardım edilmeliydi. Bazılarının sefalet içinde öldüklerini biliyoruz...
Bal–Göç merkezi yönetiminde bulunduğum zaman, asil üyeler on dokuz kişiydik. Buna rağmen, yönetim kurulu toplantılarını gerçekleştirebilmek için gereken çokluğu sağlama konusunda zorluk çekiyorduk. Ayrıca aramızda parti partizanlığı yapanlarda az değildi. O kişiler derneği kendilerin arka bahçeleri gibi sayıyorlardı. Dernek demek, onlar demekti. Bu kişiler için başka bir şey ifade etmiyordu.
Tüm kuruluşların ilgisi niye bu kadar büyüktü? Bal-Göç, bir sivil kuruluş olarak büyük bir göçmen kitlesini temsil etmekteydi, çünkü ANAP döneminde Bal- Göç’ün Genel Başkanı Sayın Mümin Gençoğlu, Anavatan Partisi'nden adaylığını koymuştu ve milletvekili olarak seçilmişti. Tüm parti ve kuruluşlar, vatandaş dâhil, o zaman dediler ki, soydaş kesimi Gençoğlu’nu milletvekili seçti. 1991 seçimlerinde, Mümin Gençoğlu ikinci sıraya yerleşmişti. Anavatan Partisi, her ne kadar kan kaybetse de daha çöküş noktasına ulaşmamıştı. Bir de seçmenin tercih oyu vardı. İktidarda olan Anavatan Partisi'nin çabalarına rağmen, çeşitli bürokratik engellerden dolayı, soydaşların birçokları vatandaşlık işlemlerinin gecikmesinden dolayı seçime katılamamıştı.
Benim yönetimde bulunduğum dönemlerde, Bal-Göç’te üye kayıt defterine göre 5000 - 6000 kişi gibi bir rakam gözüküyordu. Birçokları aidatını senelerce ödememiş. Tüm kongreler 700 - 800 asil üye ile yapılıyordu. Buna rağmen, ben eminim ki, her zaman bu göçmen kitlesinin safı bellidir.
1994 yılında Bakan Tekiner'in iştiraki ile Görükle Göçmen Konutları'ndaki dairelerin anahtarları sahiplerine dağıtılmıştı. Haliyle Bal-Göç Genel Merkezine hayli mesafedeydi. Bal-Göç’ün merkeze uzak olması sebebiyle, o zamanlarda soydaşların bütün problemlerini bilen, tüm sorunlarıyla ilgilenen ve vatandaşla hükümet ve tüm kamu kuruluşlarla arasında köprü vazifesi gören, yol gösterecek bir Bal-Göç şubesinin bu yerleşim yerinde kurulması kararı alındı.
O zamanlar 19 üyelik merkez yönetim kurulunda, soydaşlardan Nuri Turgut Adalı ve ben Şaban Güler bulunuyorduk. Nuri ağabeyin yaşlılığından dolayı, Başkan Altınsoy benimle konuşarak, konutlarda Bal-Göç’ün şube açabilmesi gerekeni yapmamızı söyledi. Çeşitli sondajlardan sonra, Bal-Göç merkezi yönetim kuruluna, belirlenen arkadaşların listesini sundum. Ne yazık ki, bu liste, bazı kişilerden dolayı, gereken mercilerden onay görmedi. Sn. Hasan Altınsoy, başka bir görüşmemizde; "Şimdi ne yapacağız, yani şubeyi kuramayacak mıyız?" dedi. Biraz düşündükten sonra; "Bak, Şaban bey, konutlarda bu şube kurulmalı, senin liderliğinde bir liste oluşturamaz mıyız" dedi. Benim cevabım; "Sn. Başkan, ben şu anda konutlardaki dairemde oturmuyorum, ileride oraya taşınabilirim, fakat şimdilik böyle bir düşüncem olmadığından, gidip gelmelerim problemli oluyor" diyebildim. "Sen şubeyi faaliyete bir geçir, sonradan onun meraklısı çok olur veya ileride sende dairene taşınırsın" diyerek konuşmamız sona erdi.
Böylelikle binbir zorlukla karşılaşarak, listeyi oluşturup Bal-Göç şubesini kurdum. Konutların tamamı, yani benim gibi birçoğu dairelerine yerleşmemişti ve birbirlerini tanımıyorlardı. Kime gidip, "Böyle bir dernekte yer alır mısın?" diye sorsam, olumsuz cevap alıyordum, çünkü biz soydaşlar bir şeyler almak için vardık, hep bizlere bir şeyler verilmesini istiyorduk. Birçoklarımız geçim derdinden dolayı, böyle sivil kuruluşlara ayıracak zaman bulamıyorduk, istemiyorduk veya birazcık da korkuyorduk. Bunu bir nevi siyaset gibi algılıyorduk. Çünkü bize; "Aman, bu memlekette siyasete bulaşmayın da ne yaparsanız yapın!" denilmişti ve halen deniliyor.
Listeyi oluştururken en büyük sorun da buydu. Bundan dolayı listeyi, dava arkadaşlarım, uzak veya yakın akrabalarım sayılan kişilerden oluşturdum. Kurucu üyelerin listesi; Remzi Doğru, dava arkadaşlarımdan Şaban Ergül'ün hanımı Mergül, Süleyman Ayyıldız, Nuri Turgut Adalı'nın tavsiyesi üzere - Kader hanım, Neriman Mutlu ve Selim Türkoğlu gibi arkadaşlardan oluşuyordu. Bütün kararları genelde oy birliği ve oy çokluğu ile kabul edebiliyorduk. Toplantılara katılmalarını sağlayabilmek için, Toplu Konutlarda henüz telefon olmadığından dolayı, toplantı günlerini veya merkezin kararlarını ulaştırabilmek için, üyelerin evlerini birer birer dolaşıyordum. Derneği faaliyete geçirebilmem için maddi bir destek ve yardım yoktu. Bütün yazışmaları ve kararları fotokopi çektirme veya postalama gibi masrafları cebimden karşılıyordum. Valilik, emniyet, kaymakamlık, belediye ve partiler arasındaki yazışmaları, bizzat kendim gereken mevkilere ulaştırıyordum. Bu kuruluşlara gidip gelme masraflarını da kendim karşılıyordum. O zamanlarda daha muhtarlıklar oluşmadığı için, konutlara yerleşmiş olan soydaşlar, Görükle köyünde mevcut olan muhtarlıklara kayıtlarını henüz yaptırmadıklarından dolayı, kurucu üyelerin ikametgâhlarını o zamana kadar yaşadıkları Piramit, Hamitler, Hüdavendigar ve Şükraniye mahalle muhtarlıklarından üyeler adına dolaşıp, gereken evrakları aldım. Üye aidatları sembolik bir rakam idi. Birçok üyeden, yalnızca üye olsunlar diye, her hangi bir ücret bile almıyorduk. Yine de arkadaşların ilgisizliğine rağmen, olağan kongre tarihine (11.06.1995) kadar üye sayısını elliye ancak çıkarabilmiştik. Parasal sıkıntı sebebiyle kiramızı ödeyemediğimiz için, "Yalım-67" apartmanındaki kapıcı dairesindeki yerimizi terk etmek zorunda kaldık. Yöneticiye bize biraz zaman tanımasını, daha sonradan gereken borcumuzu fazlasıyla ödeyeceğimiz konusunda söz vermemize rağmen, söz geçiremedik. Anlaşılan yöneticinin Bal-Göç derneğine veya herhangi bir şâhısa kırgınlığı vardı. Birçok vatandaş gibi kendisi de "Bana ne Bal-Göç'ten, benim için ne yaptı?" diyebiliyordu. Böylelikle ilk toplantılarımızı Süleyman Ayyıldız'ın dairesinde gerçekleştirdik. Daha sonraki dönemlerde Süleyman Ayyıldız, bundan dolayı derneği, kendi mülkiyeti zannetti. Bu tür emellerini gerçekleştirebilmek için, benim derneğin kurulması için yürüttüğüm çabaları hiçe saydı.
Kurucu üyelerin ilgisizliğinden ve sorumsuzca davranışlarından dolayı yalnız başıma bütün gün apartmanları dolaşarak, kiralık uygun daire arıyordum. Bütün bu çaresizliklerden kurtulabilmemiz için, bize emlakçı kardeşimiz Ceylan Özoğlu yardım eli uzattı ve bize kiralık bir daire buldu, bununla da yetinmeyip, bu dairenin bütün tamiratını da kendi imkanlarınla yaptı.
(Devam edecek)
Şaban GÜLER