Emrullah Efendi - Asırlık bir imza atan büyüğümüz
* Emrullah Efendi, öğrencileri üzerinde kuşun yavrusu üzerinde titrediği gibi titremiş, onları dalâlete düşmekten, tehlikeli akımlara kaymaktan ve siyasî cereyanlara kurban gitmekten korumaya gayret etmiştir.
Yeryüzünden milyonlarca, hatta milyarlarca insan geçmiş, ancak bunların sadece bir kısmı ardından derin izler bırakarak tarih sayfalarında yer tutmuşlardır.
Bu kimseler ya topluma ciddî zararlar veren ve aşırılıklarıyla tanınan kimselerdir ya da topluma faydası dokunup hayırları dilden dile, nesilden nesle, kitaptan kitaba aktarılan kimselerdir.
Hiç kuşkusuz, bunların birincileri topluma zarar ettikleri gibi, kendilerini de heder eden kimselerdir. İkincileri ise topluma faydalı oldukları gibi, inşallah, ahiret gününde de inanarak yaptıklarının karşılıklarını göreceklerdir.
Böyle şahsiyetlerden küresel çapta nam kazanan kimseler olduğu gibi, her toplumun kendi çapında yetişen değerli şahsiyetleri de vardır.
Bulgaristan Türkleri arasında yetişen böyle insanlar arasında önemli bir yere sahip olduğunu düşündüğüm bir şahsiyet bulunmaktadır ve onun adı Emrullah Efendi'dir.
Emrullah Efendi, kimdir ve neden kendisini önemli şahsiyetler arasında görmekteyim? Bu soruların cevaplarını aşağıdaki satırlarda vermeye çalışacağım.
Emrullah Efendi, 15 Nisan 1878 tarihinde Deliorman'ın göbeğindeki şirin ve güzel Yusufhanlar (Pristoe) köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Feyzullah Hacı Hasan, aslen Malatyalı olup Osmanlı zamanında Şumnu yöresinde tahsildârlık yapmıştır. Bu esnada Yusufhanlar köyünden evlenerek oraya yerleşmiş ve ibtidâiye / ilkokul muallimliği yapmıştır. Oğlu Emrullah daha dokuz yaşında iken vefat eden Feyzullah Hacı Hasan, arkasında Peygamber talihli yetim evlâdını bırakmıştır.
Emrullah Efendi, on iki yaşına geldiğinde anasını da kaybederek öksüz kalmıştır. Ancak kendisinden büyük kardeşleri, ağabeyleri olduğu için onların himayesinde hayatın dikenli yollarında yürümeye başlamıştır. İlkokulunu köyünde hocalık yapan Muhsin Efendi'nin yanında ikmal etmiştir. Aynı zamanda birçok Deliorman çocuğunun yaptığı gibi, tatillerde gücü nispetinde çalışmış, büyüklerinde ziraat işlerinde yardımcı olmuştur.
O dönemde Silistre şehrinde, Osmanlı döneminden kalma medreseler vardır ve onların en meşhurları Ayvaz Paşa, Satırlı, Bayraklı Cami medreseleridir. Küçük Emrullah'ın ilmî kabiliyetini gören kardeşleri ve yakınları onu eğitim için zamanın tanınmış Silistre medreselerinden birisine göndermişlerdir.
Molla Emrullah, orada okuduğu sürece de tatil zamanında bostan pandarlığı, kiracılık (taşımacılık) ve Ramazan hocalığı yaparak okulunu devam ettirebilmek için maddî kazanç elde etmiştir.
Üstün bir başarı ile medresede dört yıllık eğitimini tamamlayınca Emrullah Efendi, ilim yolundaki serüvenine İstanbul Dârü'l-Fünûnu (İstanbul Üniversitesi) İlâhiyat Fakültesi'nde devam etmiştir.
Bu okulda iyi bir eğitim alarak 1913 yılının Şaban ayında aliyyülâlâ derece ile mezun olmuştur. Emrullah Efendi'nin İlâhiyat Fakültesi'nde öğrenim gördüğü sıralarda hocalarının bazıları şunlardır: Abdurrahman Şeref, Mustafa Asım, Hasan Fehmi, Hüseyin Avni, Ömer Hayri, Manastırlı İsmail Hakkı, Babanzâde Ahmed Naim.
Emrullah Efendi, İstanbul'da bulunduğu zaman zarfında devrin fikrî cereyanlarını, basın ve yayınını yakından takip etme imkânı bulmuştur. Orada "Sırât-ı Müstakîm" çevresinde toplanan münevverleri tanımış, Bulgaristan'a gelişinden sonra bile bu dergiyi okumuş ve okutmuştur.
Emrullah Efendi'nin aynı zamanda meşhur muhakkik âlimlerden ve son Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi'nin Ders Vekili ve Danışmanı olan Muhammed Zâhid el-Kevserî ile yakın ilişkileri olmuştur.
Emrullah Efendi, üniversiteden mezun olunca, kendisine Türkiye'de kalma teklifleri yapılmış, ancak o bu yapılan teklifleri reddederek memleketine dönmüştür.
Döndüğünde Bulgaristan Türklerinin kültür merkezi halindeki Şumnu'ya yerleşen Emrullah Efendi, Müşebekli (Müşebbekli) Medresesine müderris olarak tayin edilmiştir. Eğitime pek de elverişli olmayan medreseyi tamir edip yepyeni bir eğitim yuvasına çevirmiştir.
İstanbul'da tanıştığı yeni pedagojik usullerle eğitime başlayan Emrullah Hoca, çok geçmeden okulun yetersiz oluşu nedeniyle Medrese-i Aliyye olarak bilinen eski medrese binasını tamir ettirerek öğrencileriyle oraya geçmiştir.
Emrullah Efendi, ilk zamanlarda bu çalışmalarının karşılığında herhangi bir ücret de almamıştır. Fakat birinci Dünya Harbi'nin başlaması üzerine, Bulgaristan ile Türkiye aynı safta savaşa girmiştir.
Bu sebeple Bulgaristan Türklerine istedikleri orduda askerlik yapma hakkı tanınmıştır. Emrullah Efendi de askere alınarak orada önce tabur imamlığı, daha sonra da bölük vaizliği yapmıştır.
İşler sükûna kavuşunca, Emrullah Efendi tekrar Medrese-i Aliyye'deki müdürlük görevini üstlenmiştir. Bu arada daha Birinci Dünya Harbi öncesinde Bulgaristan Müslümanlarının dinî kadro ihtiyacını karşılayacak bir okul kurulması kararlaştırılmış ve savaş sonrasında bu okulun açılış çalışmaları başlatılmıştır.
Bulgaristan Müslümanları tarihinde bir devrim niteliğini taşıyan Medresetü'n-Nüvvâb açılması, 1922 yılının sonuna doğru gerçekleşmiştir.
Nüvvâb Medresesi'nin kurulması üzerine, Emrullah Efendi oraya müdür olarak atanmıştır. Sert ve ısrarlı bir kişilik sahibi olan bu zat, Nüvvâb'ta hem hocalık hem yöneticilik ve hem de öğrencilere babalık yapmıştır. Çok zor ve çalkantılı dönemlerden geçen okulun kapatılmayıp Türk toplumuna hizmet etmesi için gecesini gündüzüne katarak uyumlu bir şekilde çalışmıştır. O, gerektiğinde bazı mesai arkadaşlarıyla öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak için köy köy gezerek eli açık Müslüman halktan yardım toplamış, gerektiğinde de karşısına sopayla, bıçakla çıkan haddini bilmezlere karşı mücadele etmiştir. Okulda çıkan karışıklıklar sebebiyle birkaç ay görevden alınmışsa da, kendisine karşı yürütülen propagandaların aslının olmadığı tespit edilince yeniden görevine dönmüştür.
Emrullah Efendi, Nüvvab'ın açılışından 1941 yılında vefatına kadar okulda 19 yıl müdürlük yapmış, yirminci yılın da açılışını yapabilmiştir.
Nüvvâb okulu açılırken Tâlî/Lise ve Âlî/Yüksek kısımlarında ayrı birer müdür olacağı kararlaştırılmışsa da, bu gerçekte hiçbir zaman olmamış ve Emrullah Efendi her iki bölümü de başarılı bir şekilde yönetmiştir.
Ayrıca okulda değişik yıllarda, değişik sınıflarda çok üstün bir başarıyla şu dersleri de vermiştir: Arapça, Kelâm, Mantık ve Mecelle (İslâm Hukuku Prensipleri).
Emrullah Efendi, öğrencileri üzerinde kuşun yavrusu üzerinde titrediği gibi titremiş, onları dalâlete düşmekten, tehlikeli akımlara kaymaktan ve siyasî cereyanlara kurban gitmekten korumaya gayret etmiştir. Aynı zamanda, diğer daha alt seviyedeki medreselerin kapanmaması için de büyük mücadele vermiştir. Bu hususta, Şumnulu âlim ve eski Başmüftü Hocazâde Mehmed Muhyiddin Efendi'nin desteğini de alarak var olan medreselerin kapanmasını engellemek için, oralara yetişkin Nüvvab mezunlarını müdür ve müderris olarak göndermiştir. Özellikle Razgrad'da açılmış olan Feyziyye Medresesi'ni kapatmak isteyen din aleyhtarlarına karşı öğrencilerini hep uyanık tutmuştur.
Böyle aktif bir hayat yaşayan Emrullah Efendi, hizmet yolunda koşa koşa yorulmuş, ama mücadeleden geri kalmamış.
O, son anlarına kadar Nüvvâb'ın dertleriyle, Müslümanların eğitim işler ile meşgul olmuş ve bu yoldan pes etmeden Allah'ın rahmetine kavuşmuştur.
Bu muhterem insan, metin ve gayretşinas zât, 8 Ramazan, 1360/30 Eylül, 1941 tarihinde vazifesi başında "İrciî ilâ Rabbike/Rabbine dön..." emr-i ilâhîsine uyarak ruhunu Yaradan'a teslim etmiştir.
Cenaze namazına başta Hocazâde Mehmed Muhyiddin Efendi, Divân-ı Alî-i Şer'î Azâsı tefsir sahibi Mustafa Hayri Efendi, Şumnu Müftüsü Mustafa Sabri Efendi olmak üzere Nüvvab öğretim kadrosu ve daha birçok öğretmen, köylü, kasabalı dost ve sevenler katılmıştır.
Cenaze namazı, Çarşı Camii'nde kılınarak toprağa verilmiştir. Ardında kızları ve oğulları, yüzlerce talebesi ve sevdikleri kalan Emrullah Efendi'nin en büyük mirası ise kurup yaklaşık 20 yıl boyunca yönettiği ve böylece bir asra imzasını attığı Medresetü'n-Nüvvâb'tır.
Çünkü bu okuldan yetişen yüzlerce kişi sadece Bulgaristan Müslüman-Türk kültürüne hizmet ederek Müslüman-Türk kimliğini korumakla kalmamış, Türkiye'ye de ışık saçmıştır.
Emrullah Efendi'nin Nüvvâb vasıtasıyla hizmetleri kendisinin vefatından sonra da devam etmiş, zira bu okuldan mezun olan oğulları Mehmed Emrullah ve Abdullah Emrullah, bir de damatları Beytullah Şişman ve Yusuf Aliş onun hizmetini devam ettirmişlerdir. Hatta oğlu Mehmed Efendi ve damatları Beytullah ve Yusuf efendiler babalarının vefatından sonra okulda hocalık da yapmışlardır. Emrullah Efendi'nin oğulları, 1949-1951 göçünde, damatları da 1989'daki büyük göçte Türkiye'ye göç etmişler ve orada rahmet-i Rahman'a kavuşmuşlar, damadı Yusuf Aliş ise İstanbul'da ikamet etmekteydi (Hayatta ise Allah hayırlı uzun ömürler versin!)
Son olarak bir hususu da paylaşarak yazımı noktalamak istiyorum:
3-4 yıl önce, Nüvvâb mezunlarından olup 1990 yılında yeniden açılmasıyla Nüvvâb'ın ilk müdürü olan Osman İsmail hocama Emrullah Efendi'nin mezarını sormuştum. O da, mezarının "soya dönüş süreci" esnasında defnedildiği mezarlığın yerle bir edilmesi esnasında, bazı vefakâr Nüvvâb öğrencilerinin, müdürleri Emrullah Efendi'nin mezarını açarak fani bedeninden kalanları doğduğu Yusufhanlar köyündeki mezarlığa defnettiklerini söylemişti.
Ben de birkaç yıl önce mezarlığa gidip ruhuna bir Fâtiha okuyarak, bu değerli insanı yâd ettim.
Allah kendisine ganî ganî rahmet eylesin!
Vedat S. Ahmed,
Bulgaristan Yüksek İslam Şurası Başkanı
Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.