Arkamızda lambaların ışığını kıstık da geldik...

* Alnı ak, vicdanı pak ve çelik ruhlu aksakallılar ilk kez bir kürsüye çıkıp özgürce nutuk atıyorlardı. Tarihimizde bu en büyük ve heyecan dolu mitinglerden Bulgar medyasının hiç biri bahsetmeyecekti.* Her birimiz aynı ateşte bir kıvılcım, aynı davada bir er veya çavuştu. Bu toprakların daha önce görmediği bir paşa veya bir generaldi. * Biz Bulgaristan'a, memleketimize, vatanımıza 'Elveda Rumeli' demedik.

PAYLAŞ

Şehitlerimizi anma etkinliğine ilk gittiğimde 24 yaşındaydım. Beş arkadaşdık, Sütkesiği’ne varmadan önce,arabamızı bir tütün tarlası kenarına park etmiştik.

Araçlar yolları tıkamış, otobüslere de geçit yoktu, binlerce kişi dolmuştu köy meydanına ve etrafta kuş uçmuyordu. İstanbul, Bursa, İzmir ve İzmit’ten gelen otobüslerin plakalarını görüyorduk. Bütün Eğiridere, Cebel, Mestanlı ve Kırcaali buradaydı.

Akabinde Killi'de tertiplenen büyük mitingteki konuşmacıların her biri adeta bir kırmızı bayraktı. Partiden kimsenin konuşmasına hiç gerek yoktu...

Prangalarını kırıp hapisten yeni çıkmış, kolunu ve bacağını direniş yollarında kaybetmiş, gözleri görmez olmuş; ama alnı ak, vicdanı pak ve çelik ruhlu aksakallılar ilk kez bir kürsüye çıkıp özgürce nutuk atıyorlardı. Tarihimizde bu en büyük ve heyecan dolu mitinglerden Bulgar medyasının hiç biri bahsetmeyecekti; çünkü davamız unutturulmak isteniyordu...

Türk isimlerimizi, ana dilimizi ve güzel dinimizi geri alma davası ateşini yakan kanaat önderlerimiz, gazilerimiz, siyasi mahkumlarımız, babalarımız ve asla bileği bükülmeyen gençlerimiz ateşli ve hararetli konuşuyorlardı.

Herkes kendisini anlatıyordu, her birimiz aynı ateşte bir kıvılcım, aynı davada bir er veya çavuştu. Bu toprakların daha önce görmediği bir paşa veya bir generaldi. Halbuki halk kürsüsünde söz alanların hiç biri devrim teorilerini bilmiyordu...

Kürsüye çıkanlardan Mehmet Hüseyin, en son şehidimizi böyle anlatmıştı:

“Kardeşlerim, çoğumuz evlerimizi ve toprağımızı parasız pulsuz bırakıp, sırtımıza yüklendiğimiz pala pırtımızla zorunlu göç kervanlarına koyulduk.

O kargaşalı günlerin birinde, bizim köyde bir evde 40 dolayında küçük çocuk sünnet ettirildi. Sünnetçi Bulgar asıllı bir uzmandı; ama  iş sağlık ocağı görevlisi felşer Salimehmet Şevket’in üstüne kaldı.

Çapraz sorguya çekildi, yeni sünnet raporları yazması istendi. Ertesi sabah, kendisini arayan resmi yetkililer yine köyümüze damladı. Salimehmet, eşine “Ben çok sıkıntıdayım!” diye itiraf edip sabah erkenden evden ayrılmıştı...

Evden işe diye çıktı, çıkış o çıkış ve bir daha geri dönmedi. Annesi Nevriye bacı ve eşi Hüsnüye kuşkulandılar. Köy halkını ayağa kaldırdılar; ancak ikindi üstü, yakındaki baraj kıyısında önce ayakkabıları, sonra da bulanık sularda şişmiş cesedi bulundu. Ardından anası, eşi ve biri beş, diğeri iki yaşında çocuğu öksüzler kaldılar..."

Feldşer Salimehmet Şevket'i de soykırım şehitleri listesine yazın diyordu konuşmacı…

Şimdi zamanlar değişti. Halkımız “doğru ağaç çatlamaz” dese de, yüzlerce şehidimizin kanından, yüz binlerce göçmenin çilesinden, bir asırdır devam eden faşist ve komünist Türk düşmanlığından yeniden doğan özgür Türk kimliğimiz  ve ruhumuz, her ne kadar bugün parçalanmış gibi görünse de, çok yakında yeniden güçlenecektir.

Şehitlerimizi anma törenleri hiçbir partinin tekeli olamaz, hele hele halkımızın öz davasına ihanet edenlerin ise hiç olamaz. Hiç kimse bu tekeli alamaz, sadece halkına ve hakka hizmet edenler buna layık görülür.

İlk yıllardaki anma merasimlerine katılanlarda “Bizi hep öldürdüler; ama hiç ölmedik!“ ruhu vardı. Türk ruhu dolaşıyordu kan damarlarında...

Evet, bizler Türklüğümüzü savunduk, memleket toprağımızı hep sevdik; ama her zaman düşman yerine koyulduk. Benliğimizi ve kimliğimizi savunduk, terörist muamelesi gördük. Evimiz, toprağımız elimizden alındı. Dost bildiğimiz birçok kişinin ihanetini gördük.

Bugün de karşımıza dikilmişler, ana dilimizde konuşmadıkları yetmezmiş gibi, bir de yabancı müziğiyle kafamızı şişiriyorlar. Ecdadımız Osmanlının düşmanlarının namına adanmış şiirleri mecburen bizim yavrularımıza ezbere okutuyorlar. Bu tür hainlerin asla bizi temsil etmeye bir  hakkı yoktur...

Son seçimlerde parlamentoya, Türkiye’den giden göçmen oyları sayesinde 9 milletvekili çıkardık; ama bu vekillerden pek bir şey beklemiyoruz; çünkü başkasına uşaklık edenden bir şey beklenmediğini biz iyi biliyoruz.

Bizler bunu gelecekte yeni bir adım olarak görüyoruz. Önümüzdeki ilk seçimlerde artık göçmen oyları sadece göçmen adaylara gitmeli. Göçmen camiasını en iyi şekilde bizim kendi seçtiğimiz adaylar temsil edebilir.

Yaşasaydı, şehit kızımız Türkan bugün 37 yaşında olacaktı. Bizler,o gün bu gün hep yerimizde saydık. Hatta daha da gerilemekteyiz.

Anma törenlerine gelen 50 binlik ordu nerede? Gerçekleri anlayanlar, hayal kırıklığına uğrayınca geri çekiliyor. Katiller, yakamızı bugün de bırakmadı...

Komünist rejim zulmünden 1989 yılında kurtulduk dedikten sonra, tarih sayfasında yeni bölümleri yazması için kalemi Bulgarlara ve Türk asıllı hainlere mi teslim edeceğiz?

Yok arkadaş, o günler bir daha geriye dönmeyecek. Bunu herkes çok iyi bilmelidir, artık hakkın yanında olanlar kazanacaktır.

Yeri gelmişken şunu önemle vurgulamak istiyorum. Biz Bulgaristan’a, memleketimize, vatanımıza “Elveda Rumeli” demedik. Bazı Türk asıllı yazar ve yarım kafalı film yapımcılarının küçük oyunlarına pek takılmayınız.

Biz vatanımızı terk etmek zorunda kaldık, fakat yola koyulurken arkamızda bıraktığımız köy evlerimizdeki lambaların ışığını kıstık da geldik ve doğup büyüdüğümüz topraklardan asla vazgeçmedik...

Rafet MURAD

 

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN