Zurnacının mutluluğu
* Ramazan gelir, Osman, halkı süfüre kaldırır. Sünnet düğünü gelir, Osman, zurnayı şişirir. Nişan akşamı, Osman'sız olmaz. Misafir gelmiş, arkadaşlar toplanmış, 'Osman'ı çağırın!'
"Davul, dum, dedi! Kalkın süfüre*, kalkın süfüre, yeylim pilaffı, ey!"
Sabah saatlerinde, Zurnacı Osman'ın sesi yankılandı ve yanında da, kardeşi Ali'nin o kocaman davulu, eşlik eder tokmaklı “dum”a…
Böyle, eskiden, köy uyanırdı Ramazan'da süfüre.
Bu ses çoktan kayboldu, gitti.
İki kardeş de Hak'ın rahmetine kavuştular…
Her şeye rağmen, bu sevimli ikili herkesin sevgisini kazanmıştı, bütün komşulara sımsıcak yaklaşımları vardı, gönülleri şefkat ve insancılıkla dopdoluydu.
Anneleri, Habibe abla, köyün adeta doktoru, ebe ninesi, can simidiydi.
Böyle insanları unutmak mümkün mü?
Osman aga, sakin, çalışkan, çocuk yüreği taşır idi. Evi de düzgün, temiz, kendisine benzerdi.
Avluda da, bir inek, bir-iki keçi, tavuk ve sıra sıra gül fidanları...
Koku saçan bir gül dalı, hemen yanında da üzüm. Köyde, bu tek denecek bir bağ üzümü. Avludan tarlaya sarkmış, oradan da, elma, armut, kiraz ve erik ağaçlarıyla sarmaş dolaş olmuş harikulade bir güzel manzara.
Tabii ki, her Çingene'ye yakışan, bir de beygiri vardı; ama Osman ağa ona hiç binmezdi.
" O, benim cancağızımdır, hiç kıyamam binmeye!"
Köylünün sataşmalarına bu şekilde cevap verirdi.
Osman'ın elinden hemen hemen her iş gelirdi. Evin alt katı adeta bir imalathaneye benzerdi. Bir köşede demirci ocağı, ateş körüğü, çekiçler. Nallar, baltalar, çapalar, kürekler. Bunları o yapardı. Öte yanda da değişik aletler.
Her zaman onun yanında bir iki köylü çocuğu bulunurdu.
" Osman ağabey, biraz körüğü şişirebilir miyim?"
" Osman aga, benim tekerleğim kırıldı, tamir eder misin?
Çoğu zaman, kendisine böyle seslenirdi köyümüzün afacanları.
O, kimseyi gönlünü yapmadan geri çevirmezdi.
" Al oğlum, bak oldu mu? Benden bir armut da üstüne, çok beklettim seni!"
Armudu uzatır ve yüzü gözü gülerdi. Neşeli bir adamdı, tam bir Çingene canı taşırdı.
Ramazan gelir, Osman, halkı süfüre kaldırır.
Sünnet düğünü gelir, Osman, zurnayı şişirir.
Nişan akşamı, Osman'sız olmaz.
Misafir gelmiş, arkadaşlar toplanmış, “Osman'ı çağırın!”
O da bunun için yaşardı. Hayatı, köyle bağlı, olayları ile sürüp giderdi.
Onun, tek bir eksiği vardı, kendi oğlu uşağı yoktu.
Bu arada komşulardan bir teklif geldi.
Bir ara, kendine bir üvey çocuk alsın diye komşulardan teklif geldi. Buna ne çok sevinmişti, garibim.
O, minicik yavru, Osman'ın ailesini mutluluklarla doldurup taşırdı.
Sevgi içinde yetiştirdi, onu okuttu, everdi…
Hayatın tekerleği öyle döndü ki, mucizeler doğdu.
Yaşlı hanımı birden hamile kaldı. Osman'ın gözleri mutluluk yaşları ile doldu.
Ömür boyu, yeryüzünde ve zaman içinde arzular, dilekler bir can, bir varlık üstünde yoğunlaştılar.
Osman ağanın canı ve varlığı üstünde…
Emel Balıkçı
( "Yürük Laneti" kitabımdan alıntıdır)
* "süfür" - genellikle Trakya bölgesinde yaşayan halk tarafından “sahur” yerine kullanılır.